29 Ağustos 2012 Çarşamba

pöf.


ya canım çok feci değişiklik istiyor tamam mı.

- saçımı değiştirmekten çok korkuyorum, pişman olursam dönüşü yok.
- evimi değiştirmek çok pahalı.
- seyahat edebilirim belki evet ama olmuyor öyle ha deyince.
- iş değiştirme ihtimalim zaten yok.
- kılık kıyafet almak tamam da, onun da sonu yok, al al nereye kadar.
- bir ihtimal daha yok işte maalesef.

aman ya of sıkıntıdan ölücem.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Demokrasi ne ya of

Benim bu entel milletiyle başım acayip dertte.

Dertlerimi "minimize etmek" için entelli ortamlardan zaten bir süredir uzağım. Çünkü beni sinirlendiriyorlar. Bir elitizm, bir ezberlenmişlik, bir klişeleşmişlik, bazen hepsi birden... Ben "gündelik bilgiye" inanırım arkadaşım, düz bir insanım çünkü. Kendi yolumu da bir şeyleri deneyerek oluşturuyorum, "böyle okuduysam demek ki doğrusu budur" gibi soyut cazibe unsurlarıyla değil. Sembolizm beni bozar.

Son takıntım demokratlar.

Kendimi demokrasinin karşıtı ya da ateşli bir taraftarı olarak tanımlamayı uygun görmüyorum, çünkü önemli olan şey hayattaki pratiklerimdir. Bir ilkem olacaksa bunu bozmamam gerekir, kendime o kadar güvenmiyorum. Fakat şundan eminim ki, demokrasideki tehlikeyi fark etmek için elitist olmak gerekmiyor. Çünkü medya diye bir şey var.

Her neyse.

Şimdi biliyoruz ki demokrat olmak çok moda ve bu yüzden çok da büyük bir erdem. Bütün kararları danışarak alıyoruz, uzun uzun istişare ediyoruz filan. Herkes eteğindeki taşları döküyor - ki o da yalan ama neyse. En acele toplanılması gereken durumlarda bile, ah dostum o kadar demokratız ki, armutun sapıyla üzümün çöpü yüzünden ömrümüz gidiyor.

Allahaşkına, demokrasiyi böyle işletmekle, çoğunluğun oyunu almayı marifet saymanın ne farkı var? Demokrasi, karar alamamak ve bu karar alamayışı meşrulaştırmak sanatı mıdır; halbuki ben kendisini her zaman "insanların kendisini içinde gördüğü bir sistemi gerçekleştirebilmek" olarak düşünmüştüm.

Temsili demokrasiye inanmıyorum bir kere, orada netleşelim. Yani tamam teori güzel de, uygulaması neredeyse imkansız. İşte böyle, "milli irade" deyip duran birtakım bıyıklılarla muhatap olur onu da bulunduğu yerden sittin sene alamazsınız.

Fakat demokrasi o kadar becerilemeyen bir şey ki, doğrudan demokrasinin gayet rahat işleyebileceği küçük gruplarda bile artık moda oldu: "Bunu bir sormam lazım."

Lan neyini soruyorsun, seni oraya gönderenler senin "tabanım" dediğin 3-5 kişi değil mi zaten? Bu kişiler seni "ben bilmem sen bilirsin, çünkü demokrat olan sensin" diye görevlendirmedi mi? Sen eğer kendi içinde oluşturduğun sistemi bu kadar kolay kilitleyebiliyorsan, rica ederim bi git, dükkanın önünü kapatma.

İnsanlara inanamıyorum. Hem bir yönetim şekli geliştirdiklerini iddia edip, hem de bu şeklin aslında "yönetmemek" üzerine kurulu olduğunu - ya göremiyorlar, ya da görüp bununla övünüyorlar. Burada derin bir ironi var, demokrasi aslında bir yönetim şekli, ama yöneticiler "yönetmemekle" gurur duyuyor. Allah'ım çok salaksınız gerçekten.

Bakın sevgili demokrat (!) arkadaşlarım, demokrasi karar verememek değil, verilen kararların sorgulanabilmesidir. Şeffaf olmaktır. Gizlinin saklının olmaması, insanların konuşabilmesi, yöneticilerin hesap vermesi, yönetilenlerin ayrılmamasıdır.

Eğer sen, bak devletten de bahsetmiyorum ha, herhangi bir kurum ya da grubun başına geçip de, yetki alanında olan bir karar için işi hem de tam bitmek üzereyken "ay benim bunu sormam lazım" noktasına getiriyorsan, yönetim erkinden emin değilsin ve alacağın kararın hesabını da veremeyeceksin demektir. Halbuki temsili demokrasi, yöneticilerin temsil etmeye ve yönetilenlerin de kendilerini temsil edecek olanı seçmeye yetkin olmaları idealine dayanır.

Şimdi sevgili gerizekalı kardeşim, belli ki sende böyle bir yetenek yok. Yine belli ki, insanlar seni seçtikleri için eksiklenmiyorlar, yani seçmende doğru düzgün gelişmiş bir algı da yok. Yani senin adına demokrasi dediğin şeyin, aslında o mağarayla alakası yok.

Kalkmış bana hala "sormam lazım" muhabbeti yapıyorsun.

Karar vermekten bu kadar mı korkuyorsun? Canım ya kıyamam.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Hiçbir şeyde gözüm yok, çünkü her şey iyi zaten.

Ben kendimi hiç böyle hissetmemiştim.

Daha önce de "sakin olduğum" çok oldu. Umursamadığım, peşinden koşmadığım, hırs duygusundan nasibimi almadığımı düşündüğüm... oldu hep bunlar.

Ama hepsi, bir umutsuzluk, bunalım, hayatının içini dolduramayacağını bildiğin için sığınılan sahte bir boşvermişlik halleriydi. Aslında köpek gibi de umursuyordum her şeyi, ama "öeh ne umursicam lan" gibi bir yabancılaşma çalışması içindeydim. "Yabancı olayım ki bana koymasın." Ahah ne ergenlik.

Şimdi öyle değilim.

O vakitler yaptığım pek çok şeyi yapmıyorum. Bir kısmı için param, bir kısmı için vaktim, geri kalanlar için hiçbir şeyim yok. Yani düşünüyorum, gerçekten bak, aslında benim şu aralar yaptığım hiçbir şey yok. Sadece kitap okumayı bırakmadım, o kadar.

Aynı süreçte kitap okuyan, film izleyen, gezinen, gazete okuyup yorumlar yazan, mutfakta bir şeylerle uğraşan, bu arada deli gibi çalışan... biri olduğum da oldu.

Ama ben o zaman da böyle değildim.

Şimdilerde çok daha iyiyim, tüm o her şeyi yapan halimden kat be kat hem de. Yapmadığım şeyleri yapmış olmayı tabii ki isterdim o başka bir şey, ama eksiklikleri altında ezilmiyorum artık. Çünkü kendimi anlamak ve anlatmak gibi şeylerle uğraşmadığım bir dönemdeyim, o yüzden kendimi yormama gerek de kalmadı.

Kendimi çok rahat ifade edebildiğim bir hayat yaşıyorum, ilk defa. Hayatım, ilk defa, beni somut olaylarla değil bir bütün olarak değerlendiren insanlarla dolu. Ki böyle olunca, o insanlara karşı "münferit" de olsa birtakım hatalar yapmamak için ekstra özen gösteriyorsunuz.

Meğer benim hayatımın amacı, daha doğrusu beni huzura erdirecek olan şey, kendimi "olduğum gibi" ortaya koyabileceğim bir hayat edinmekmiş. Hiçbir şeyi "ama o öyle istiyor..." diye yapmayınca, huzur o zaman bulunuyormuş. İçimdekileri çıkarsam kendimi zaten sevecekmişim, o kadar kasmama gerek yokmuş.

İşle ilgili sıkıntılarım tabii ki var, bunu beraber çalıştığım insanlar da gayet açıkça biliyor zaten. Saklamıyorum. Bu saklamayışı, yani saklamak zorunda olmayışı, daha da iyisi, insanların bunu anlamasını çok seviyorum. Ah, anlamak çözmeye yetmiyor ama olsun. Ben kendim çözerim, sorun değil.

İşim dışında zaten hiç olmadığım kadar iyiyim. Ben hiçbir zaman bu kadar "mantıklı ve yetişkin gibi" sevilmemiştim. Ki yetişkinlik, bütün kalbimle söylüyorum, yaşla olmuyor. Sahiplenilecek bir yavru hayvan gibi değil, "gerektiğinde sahip çıkılacak" bir kadın gibi davranılıyorum. Bundan başka ne isteyebilirdim.

Bu ya.

Tabii "ama şimdiki halinin, eski alışkanlıklarını bırakmakla ne alakası var" derseniz... Evet haklısınız, bunlar birbirinden bağımsız şeyler. Ama çok yorulmuşum ben meğersem. Aslında kendimi sevmek için uğraşıyormuşum o kadar. "Bakın ben aslında anlaşılmaya değer biriyim ve beni kazanmayarak çok şey kaybediyorsunuz bence" diyesim varmış. Ama insanlara ayıracak sabrım yokmuş o ayrı. Gerçekten de, şubat'ın 14'ünü hiç yaşamamış olsak, şu an damardan alınan kitap ve dvd tozuyla yaşıyor olabilirdim.

Şimdi kazanılma hissinden kurtuldum, ki o aslında çok yüksek bir egoydu. Asıl ben bir şeyler kazandım, bir süre dinlenip bunun keyfine varmak istiyorum. Şu an benim için, Woody Allen'ın yeni filmi çıksa bile, evde Yutup'tan izleyeceğim Game of Thrones kadar önemli değil bu.

Hiçbir şeyde gözüm yok, kendimi anlatmakla uğraşmayayım yeter.