5 Ekim 2014 Pazar

evin ruhu ve dvd kapları

kütüphanenin açık raflısı, dünyanın en ufuk açıcı yeri olabilir. bir şeyi google'da aramak için önce onun varlığını bilmek lazım, rafların arasında dolanırken gözüne çarpanları ise o an öğrenmiş oluyorsun.

bizim aile epey okuyanlardandır üzerinize afiyet, bir sürü kitabı ve yazarı evde görerek büyüdüm o yüzden. ha okudun mu dersen hayır, rus klasiklerini filan hala ellemedim mesela. ama içinde dostoyevski olmayan bir ev benim için başka bir dünya, benim dünyam değil. okumadıysam da biliyorum, çünkü ben onlarla büyüdüm, raskolnikov ev arkadaşımdı. 10 yaşındayken aydın boysan'la rakı içiyorduk, dar olan drama diğeri drina köprüsü'ydü ve bunu biliyorduk.

yani diyorum ki, bir evin kütüphanesi önemlidir. çünkü onlarla, onların ruhuyla yaşarsınız.

hele çoluk çocuğa karışırsanız, o çocuk evin içinde gördüğüyle şekillenir. rafta kimi görürse o olur, onu bilir. ya da belki olmaz, ama buna kendi karar verir.

işte o yüzden, kitap ve film/dvd konusunda acayip mülkiyetçiyim, kimse kusura bakmasın. kayıp bir iki kitabım var, ilk uygun zamanda gidip tekrar alacağım onlardan.

film konusunda ise bir formül geliştirmem gerekiyor. izlediğim tüm filmleri imdb'de listelemeye başladım, onların evde de olması lazım. ama bu mümkün değil, dvd kabı çok yer tutuyor. fermuarlı ruhsuz çantalara koyup sonra o çantayı unutmayı da istemiyorum. açık raf diyorum ya, çanta ney?

albüm gibi bir şey var mı, ya da innnncecik dvd kapları? nasıl muhafaza etmeliyim bunları? ama dvd kabı boyu ve eninde olmalı çünkü filmin "afişi" de olacak üstünde.

harici diskler alıp yönetmen yönetmen ayırmayı düşündüm, ne bileyim işte her alette bir yönetmen - veya belgesel. ama sinema ok-kadar anladığım bir şey değil, entel entel yönetmen ayıracak durumda değilim. olm dostoyevski okumadım diyorum size ya, ne entelliği, her şeyim çakma.

olsun, okuduğum izlediğim şeyi gözümün önünde görmek beni çok mutlu ediyor. her birinde farklı bir şeyler var çünkü onların, kendimi onlara borçluyum. ve yaptıkları şey fena değil bence, tanısam severim yani kesin. <3

4 Ekim 2014 Cumartesi

inside llewyn davis filmi şeysi

coen biraderler filmi bu. "sen şarkılarını söyle" olarak çevirmişler türkçeye. insan hem şebnem ferah'ı hem de birini daha anıyor ama o kimdi unuttum. şebnem ferah da "ben şarkımı söylerken istersen sesi açarsın / istersen kısıp bunu da yok sayarsın" şarkısından. (yok saydı.)

ya ben bunu izlemeye şarapla başladım, sonra mola verip araya bir cin tonik dayadım, sonra filme dönüp şaraba devam ettim. özetle, coen filmlerini alkolle almicaksın canım kardeşim.

adam çok güzel, hikaye-sizlik çok güzel, kendi hayatımız da bir o kadar saçma sapan ve ne yaptığımızı biz de en az o kadar bilmiyoruz. bunu izlemek güzel. ama yaşamak değil. ama izlediğini "fark ediyorsun," yaşadığını da fark etsen o da güzel olacak belki. bilmiyorum. benim en büyük farkında olma halim, farkındalık dememek için iyi kastım yalnız, hayatımın bir sonraki gününü, deli gibi izlediğim dizinin yeni bölümünü bekler gibi beklemem. yani bir bok olacak kesin de, bakalım hangisi olacak. gibi.

ayrıca da yerden yere vurarak kendi vicdanımızı temizlediğimiz o ortasınıf ahlakına köpek gibi de muhtacız. yoksa siz bunun farkında değil misiniz? izleyin o zaman.

hayatın bir coen filmi olduğunu zaten uzun zamandır düşünüyorum. hiçbir şey olmayacağını bile bile, yaşamaya ve beklemeye devam ediyorsun. sana kalan sarkastik bir sırıtma oluyor. o da güzel bir insansan eğer.

dur hatta nokta atışı yapayım. bence hayat bir coen biraderler hikayesi ama bunu woody allen anlatıyor.

o değil de llwelyn aşırı yakışıklı bir adam değil miydi sizce de? biraz kalın belli ki, geniş bir abimiz. ama ben zaten manken gibi adam sevmem çünkü öyle adamı napayım? kompleks yapmakla mı uğraşıcam bi de? bu güzel bu çok iyi.

yani diyorum ki, yaşayıp gideceğiz ve o kadar. keep calm & nabarsan yab.