2 Nisan 2012 Pazartesi

Dünyada insan, devede kulak kiri.

Her şey, ama her şey, varlık ve yokluk evrenlerinin tamamı, o kadar "çok" ki.
Anlamsız bir cümle kurduğumun farkındayım ama dünyaya baktığımda sadece "ne kadar çok..." diyebiliyorum. Bu çokluğa dair görebildiğimin ise, devenin kulak kiri kadar bile olamadığını bilmek acı veren bir "boşluk" hissi.

Bilinecek o kadar çok şey var ve ben 28 yıldır o kadar "boş" yaşıyorum ki.

Ayırt edilecek o kadar çok ses, ses çıkarılacak o kadar çok enstrüman, söylenecek ve dinlenecek, dinlenirken kendinden geçilecek o kadar çok şarkı varken, ben hiçbirini yapamıyorum.

Kitap-dergi okuyan biriyimdir ama, dünyaya olan açlığım okudukça daha da artıyor. Yani bir yandan okumaktan haz duyup, öbür yandan "Ya brak Allahını seversen, okuyup okuyup 'ben hiçbir şey bilmiyorum ulaaaan!' diye sıkıntıya girdiğimle kalıyorum. Okumicam anasını satıyim" deyip isyan ediyorum.

Çünkü okunacak şeylerin sayısı, alınacak nefes kadar. Dünyanın "aslında ne olduğuna" dair yazılmış olan her şeyi okumak, çekilmiş her fotoğrafa bakmak istiyorum. Bu bilgilerin hiçbirini unutmamak, hepsini sistemli bir şekilde hatırlayıp tüm bu bilgileri kullanmak istiyorum.

Yerköprü: Yer üstündeki nehir, kendisine paralel akan
yeraltı nehrinin üzerine dökülüyor.
Dünyanın "nasıl döndüğüne" dair bilinecek çok fazla şey var. Gezegene ilişkin çekilmiş bütün belgeselleri izlemek, sonra bu gezegenin her noktasını görmek istiyorum. Dünya bu kadar muhteşem, muazzam, mükemmel, bu kadar "sıfat bulunamayacak" bir yerken, burnumun dibindeki Yerköprü Şelalesi mucizesini daha bugün öğrenmiş olmak beni mahcup ediyor. Karibuları, tukanları, primatları, bilcümle canlıyı yerlerinde görmek istiyorum. Allah'ım bu primat dediklerimiz alet bile kullanıyorlar, alemin "maymun" diye akrabalığa yakıştırmadığı hayvan yemin ederim onların hepsinden akıllı...

Bu hayvanlarla aynı dünyada yaşıyoruz.
Ama ben bir apartman dairesinde, çekyatın üstündeyim.
Geçmişte ve şu anda, insan evladının yaptığı her şeyi merak ediyorum. CERN'de neler oluyor, insanları ırk ya da din bahanesiyle komşusunu doğrayacak hale getiren nedir, saray denen yer nasıl bir yerdir, Machu Piccu'da insanlar nasıl yaşıyorlardı... Kavimler göç ederken kaç millet karıştı ve ben mesela yüzde kaç neyim? Çin Seddi yapılırken orada da bir Hacivat-Karagöz var mıydı ve bizimkiler neden öldürüldü?

Görülecek çok fazla yer var. Brandenburg Kapısı'ndan da, Bering Boğazı'ndan da geçmek istiyorum.

Bu insanla aynı dünyada
yaşadığım için gurur duyuyorum.
Görmek istediğim tüm bu yerlerin farklı birer kültürü ve anlayışı var. Hepimiz insanız ve hangi milletten hangi insanı terk edersen et, ağlatırsın. Hangi bebeğin sırtını sıvazlarsan sıvazsa, gaz çıkarır. Bu böyle.

Ama hepsinin yeme-içmesi, giymesi, aile yaşantısı farklı ve ben "özünde insan" olan herkesin ne kadar farklılaşabildiğini görmek istiyorum. Acaba ben baharın gelmekten vazgeçtiği bir nisan akşamında çekyatın üstüne tünemiş dünyayı düşünüp aslında bir hiç olduğumu fark ederken, bunu yapan biri Melbourne'de de var mı?

Ben o insana, kısır yapmak istiyorum.

Bilinecek, tahmin bile edemeyeceğim kadar sayıda dil var. Ben daha birini beceremiyorum. Gerçi anadilimde fena değilimdir, ama işte kimi zaman "sıfat bulmakta" çok zorlanıyorum.

Tabii ki bu kadar "entel kuntel" değilim sadece, dünyadaki tüm kıyafetleri, ayakkabıları ve çantaları da istiyorum. Kırmızılar öncelikli.

"Beden" muhteşem bir şey, nasıl istersen öyle kullanabiliyorsun. 28 yaşına kadar hiç spor yapmadığıma inanamıyorum. Sırf bunun için, bundan sonraki hayatımda bana günde yarım saat "facepalm" halinde gezme cezası verseler haklılar, hiç itiraz etmem. Benimki tamamen eşeklik, tembellik ve "yaşlanacağını bilmezlik" çünkü.

Bunu yapan da insandı neticede.
Her gün spor yapmak, kendimi "hareketli" hissetmek istiyorum. "Her yere" gitmek için önce kendimi taşımam lazım madem, dere-tepe tırmanırken yolda kalmamalı...

Fotoğraf çekmeyi, yemek yapmayı, yaşadığım yerin girdisini-çıktısını ve mesleğime dair tüm gelişmeleri bilmeyi, araba kullanmayı, spor yapmayı, şarkı söylemeyi, bir şeyleri resmedebilmeyi... Çok istiyorum.

Ah evet, el yeteneği... Elimin sadece "bedensel bütünlük unsuru" olmadığını, sadece bilgisayar klavyesi kullanırken hissetmek istemiyorum. Resim yapabilmek, örgü örebilmek, maket oluşturabilmek, ne bileyim, bir şeyin ağzından girip burnundan çıkıp "işte bunu ben yaptım" diyebilmek istiyorum.

İnsanın en estetik ifade şekli olan sanattan zerre kadar nasip almamış olmak beni utandırıyor.

Evet, "durduğumuz" yerde çok büyük bir dünya var doğru, ama her şey "bir yerde" duruyor ve o durma noktalarının her biri ayrı ayrı bambaşka dünyalar. Ben o dünyaların, ulaşabildiğim her birini bilmek istiyorum.

Bir gün bu yüzden kafayı yiyeceğim. Dediydi dersiniz.

4 yorum:

  1. "Allah'ım hayretimi artır!" Hz. Muhammed

    Belki farkında olmadan -hacca niyetlenmek gibi- büyük bir ibadet yolu keşfetmişsin, hayırlı yolculuklar.

    YanıtlaSil
  2. O yola giriş "kendiliğinden" oldu ama aslında hadis hep aklımdaydı. Daha bu sabah, "demek ne kadar içten söylemişsem..." diyerek tekrar anmıştım.

    Ya da demek ne kadar içselleştirmişsem, "kendiliğinden" diyorum ama, benim "kendim" zaten bunun üzerine kurulu ve ben farkında değilim. :)

    Teşekkür ederim... Aslında hepimiz bir yoldayız, hepimize hayırlı olsun.

    YanıtlaSil
  3. Budur işte olağanüstü bi yaz akşamı gün batımında mesela; herşeyi birden kucaklamak, bütünleşmek isterken ağlamaklı olmak bildiğinden imkansızlığını

    YanıtlaSil