13 Mayıs 2013 Pazartesi

Arşiv tutmanın faydaları: Neydik ne olduk hamdolsun.

Selam,

Unuttuğum bir yazıma denk geldim de; burada durmasını istiyorum. Gözümün önünde olsun; dengesiz biri olmanın faydalarını güzel anlatır bence :)

Yani şunu demek istiyorum; eğer dengesiz biriyseniz, evet keyfiniz her an kaçabilir ve kafanız her zaman karışıktır. Fakat aynı şekilde, keyifsizliğiniz de geçici olabiliyor. "Bi dakka ya, ben böyle biri değildim, aloo!" deyip kendinizi hayatın bir yerlerine iteleyebiliyorsunuz.

Mesela ben geçen sene şöyle yazmışım:

"İç sıkıntısı çok yakar.

Alışverişe vurursun.
Eve gitmek istemediğin için hep dışarıda olursun.
Kendini çok sıkıcı hissettiğin için, "kafa güzelliğine" ihtiyaç duyarsın.

Dağılan aslında sadece evin-odan değil, bizzat kafanın içidir.
O yüzden, kirli çamaşırların "Himalayalar" haline gelmesi gözüne görünmez.
Sen olmuşsun Himalaya, iki çamaşırdan ne olacak? bok.

Odana bakıp "Ya işte ne güzel her şey gözümün önünde" dersin, dağınıklığı böyle meşrulaştırırsın.
Halbuki bu, senin "kendi içine dönüp bir şeyler arama" tembelliğinin tezahüründen ibarettir.

Sonra birden, bir ay sonunun daha geldiğini, faturaların yine üst üste bindiğini, ekstrenin ısrarla patladığını, en güzeli, artık pantolonunun sıkmaya başladığını fark edersin.

İşte o noktada, "Bi dakka ya, tamam dağılıyorsam bir sebebi var, ama ben toplanmadıkça bu sebep ortadan kalkmayacak ki?" demek gerekiyor.

Benim bunu demem için fazla bir şey gerekmedi. Kasım sonundan beri üstümde bir "akşamcılık" var, bugün itibariyle sona erdiriyorum çünkü bundan sıkıldım. Evet, sadece sıkıldım.

Hem sıkılıyorum, hem sürekli ekstre şişiriyorum, hem de pantolonlarım artık beni rahatsız ediyor - ve ben böyle yaşamaya devam ettikçe, her şey "aynı" kalmaya devam edecek.

E ben bi ofis açacaktım, ne oldu ona? İkea'dan mobilyasını alabileceğin parayı Mango'da yiyerek mi açacaksın ofisini?
Hani sıkılmıştım ben ergenlikten? Böyle mi sıkılıyorsun, neyi kiminle konuştuğunu karıştırdığın bir hayat yaşayarak mı?
Eskiden severdim kendimi ben, okuyan ve izleyen biri olmak hoşuma giderdi. Aferim, otur Muhteşem Yüzyıl izle, tebrik ederim.

Ayh yemin ederim içim şişti.
Bu iç sıkıntısı denen nane çok yakıyor. Lüzumsuzdu, söndürdüm. Sizi de beklerim.

27/02/2012"

Peki sonra neler oldu?

Bir kere öncelikle pantolonlarıma sığma çalışmalarına başladım. Çok zor olmadı, şimdi öyle bir sorunum yok. Şurada anlatmıştım: http://mideminkahyasi.blogspot.com/2012/08/aldm-verdim-ben-seni-yendim.html (Gerçi bir süredir çok fazla oturduğum için "kilo mu aldın sen?" tacizine maruz kalıyor ve sinirleniyorum ama yok öyle bir şey.)

Kitap okumaya geri döndüm ki Vakıf serisi resmen hayata bakışımı değiştirdi. Her şeyden olduğu gibi okumaktan aldığım zevki de yitirmiştim, geri kazandım. Hatta onu da anlattım, buyrun: http://yazmazsaolecek.blogspot.com/2012/07/thank-god-its-asimov.html

Derken zaten yaz geldi, dışarılara çıktık, üzerimiz hafifledi, sonra sonbahar geldi, doktoraya başladım ve olaylar gelişti... Okullu olmak tam anlamıyla şirazemi kaydırdı, ne zaman ders çalışma sürecine girsem resmen sıyırıyorum. O kafayla yazınca aslında çok eğlenceli şeyler çıkarılabilir ama yazmaya oturunca "olmuyor" bir türlü, ancak Twitter'da goygoy edebiliyorum. Geçen dönem ilk makalemi yazarken yaşadığım "erkendönem" sıyrıklık halim de şurada: http://koridorda.blogspot.com/2012/11/tugceyi-kazyn-altndan-emine-ckar.html Şimdi orta dönemdeyim, tez yazarken "upper-advanced" olmayı planlıyorum. (Meraklısına  not: Eğer haftaiçi tam zamanlı bir işiniz varsa doktoraya bulaşmayın. Hatta işiniz uygunsa bile, tek başınıza yaşıyorsanız ynie yanaşmayın. Eğer hem işiniz uygun değil hem de tek başınıza yaşıyorsanız, deli misiniz kuzum? Çılgınca yoruluyorum, bari bakıp ibret alın da o işe yaramış olayım.)

O değil de, bütün bu toparlanma sürecini tek başıma yapabilir miydim, işte onu bilemiyorum...

Önce Sezer vardı, sonra Özlem ve bu toparlanma sürecinin tetikleyicisi olarak da Koray. 

Gerçi arada, iki makalenin ortasındayken ciddi anlamda delirip Anda'da hünkar beğendi yerken masaya kapanıp ağlamışlığım yok değil. Ama geçti şükür. İnsanın hem "yemek yaptım gel ye" deyip hem de ağlamasına katlananının olması güzel. İşte ben bu yüzden, Moda'dan ayrılamam. Saydığım tüm bu isimlerle komşu olduğum için. Ay hatta buna benzer bir şey de anlattım, mahremiyet dediğinin tek dişi bile kalmamış mı ne? http://yazmazsaolecek.blogspot.com/2012/03/kuzguncuka-tasnaym-derken-mangoya.html

Yani diyorum ki, içtir sıkılır. Misal dün yine sıkıldı, anneler gününde annemle olmak ve anne olmak istedim. İkisi de olacak gibi değildi. Ama şimdi sıkılmıyor. Çünkü Türk kahvesi içiyorum. Ama akşama yine sıkılacak çünkü henüz okumadığım bir makaleyi derste tartışmam beklenecek. Ama o da geçecek çünkü zaman bu, sürekli akıyor efendim durduramıyoruz.

Öperim,
Göksun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder