6 Mayıs 2013 Pazartesi

Meczup, mecnun, göksun.

Dünyada yapılacak çok fazla şey olmasının verdiği sıkıntıyı defalarca anlattım ama bitmiyor.

Bu sabah metrobüse yürürken bir şeyler düşündüm ki bunu hep yaparım. Her sabah metrobüse yürür ve her zaman bir şeyler düşünürüm. Bu sabah, "o kadar konuştuk bir kere meczup demedik ya la..." hayretini yaşadım.

90'ları hatırlamayacak yaştaysanız bu kelime size ne ifade ediyor bilmiyorum - "generation gap" böyle bir şey miydi Benjamin? "Generation next" diye Pepsi reklamı vardı bir de, onu da hatırladım bak. Neyse. Bu arada, "çatışma" ifadesi "gap" kelimesini karşılamıyor, çünkü ben çatışmıyorum sadece aramızda bir aralık var. Karşılayan bir şey bulmaya üşendim. Eleştireceğinize üşenmeyin, siz bulun.

Yani diyorum ki, biz 90'ları hatırlayanlar için meczup, mesela Süleyman Demirel'i meydanda öldürmeye çalışan adam demek. TBMM önünde tek başına eylem yapan tip demek. Aczmendiler filan da olabilir. Yani biz meczup kelimesini, "deli zaar" gibi bir şey olarak öğrendik.

Fakat gelin görün ki meczup aslında öyle bir şey değil. Kelimenin kendisi cezbeden geliyor, yani aslında "cezbeye kapılmış" demiş oluyoruz meczup diyerek. Sıradaki şarkı "cezbe mi cezbe nedir?" diyenler için gelsin, cazibe gibi düşün annem. Bir şeyin cazibesine kapılıp kafayı yemek yani. Mecnunluk gibi.

Yani diyorum ki, meczup aslında Allah aşkından ya da layik bir ifadeyle Tanrı'nın çekiminden kendini kurtaramayıp aklını kaybedenler için kullanılan bir sıfat. Bunu bana ilk söyleyen, bin yıl kadar oldu sanırsam, Ayşe idi. O vakte kadar hiç düşünmemiştim. Kafa açtı sağolsun; gerçi belki de on yıl önce sohbet arasında söylediği bir şeyin bugün gelip bunları yazdıracağını düşünmüş müydü bilemiyorum ama ben de düşünmemiştim zaten. Kelebek etkisi böyle bir şey olabilir mi albayım?

Buradan şuraya gelecektim aslında ben, bilinecek ve hayran olunacak bu kadar çok şey varken, meczup olmamayı nasıl başarıyoruz kuzum? Ya da olduk da haberimiz mi yok?

Tanrı bağlamında düşünmeyin bunu, "kendinizi nasıl imana vermezsiniz ulan!" demiyorum. Diyorum ki, bilinecek ve insana kendini "yok" hissettirecek o kadar çok şey varken, bilmenin - görmenin - düşünmenin - hissetmenin cazibesi bu derece gözümüzün önündeyken, aklınızı kaybetmemeyi nasıl başarıyorsunuz?

Dünyayı bilmek, aynı anda hem durmaksızın okumayı, hem de durmaksızın gezmeyi, gezerken okumayı ama etrafa bakmayı da ihmal etmemeyi, insanlarla bir arada olup onları anlayabilmeyi, ama bu arada durup kendi kendinizi de deriiin derin düşünmeyi, her halttan bir sonuç çıkarmayı ve aynı anda o sonuçlardan yeni sebepler yaratmayı, içgüdülerinize kulak vermeyi ama bu güdüleri dünyanın eline vermemeyi, uyumakla zaman kaybetmemeyi ama uyuyarak büyümeyi, ailenizi çok sevmeyi ama aidiyet duygusunun seni tutmasına izin de vermemeyi... abi bilgi dediğin nane her şeyi gerektiriyor.

Ama sen o esnada hiç-bir-şey yapmıyorsun.

Çünkü yapamazsın. Yapmaya çalışınca meczup olursun, işte asıl o zaman hiçbir şey yapamazsın.

Gezi Traveler dergisi var ya, gerçi hala var mı onu da bilmiyorum. İşte o, eskiden - yirmi yıl filan önce- yılda bir kere çıkan kapkalın bir dergiydi. Hem gezi hem konaklama rehberiydi. Nerenin hatırlamıyorum, bir yerin efsanesini anlatmıştı. Yunan titanlarından biri (idi sanırsam) kendini ok-kadar Tanrı gibi görmüş ki, onları kandırabileceğini düşünmüş. Tanrıları yemeğe davet etmiş, masaya da insan etinden yapılma yemekler koymuş. Hesapta tanrılar insan eti olduğunu anlamadan masadakileri silip süpürecek, sonra bu titan efendi de "vay efendim tanrı dedikleriniz insan eti yiyorlar" diyerek olay çıkaracak. Tabii tanrı bunlar, çakıyorlar köfteyi, aç kalkıyorlar masadan. Sonra bu şark kurnazı titan cezaya çarptırılıyor. Dizine kadar taze su olan bir yerde duruyor tamam mı, ama eğilip su içmek istediğinde sular birden çekiliveriyor. Başının üzerinde çılgın gibi meyveler var, uzanıp alacak olduğunda birden yok oluveriyorlar. Böyle böyle derken sonunu hatırlamıyorum ama ceza buydu.

(Araya giren not: Titan değilmiş o, zalim Arkadya kralıymış, adına Lycaon denmişmiş. Özgür söyledi.)

İşte tanrılar, bizi dünyaya göndererek aslında aynı şeyi yapmış oldular. Bilgi istediğimiz zaman gözünü o tarafa çevirdiğinde, buna asla vakıf olmayacağını anlayıp cezbeye kapılıyorsun. Yok ben maddi nimet istiyorum, öbüründe  gözüm yok dersen, o takdirde seni bambaşka meydan okumalar bekliyor - o kısmını bilmiyorum hiç öyle biri olmadım. Zaten ben defolu var olanlardanım, gözümü yukarı dikmek benim için hiçbir zaman mümkün olmadı. Çünkü aşağıda bilinecek her zaman daha çok şey vardı, başımı bir türlü kaldıramadım anasını satıyim.

Bence meczupluk yeniden tanımlanmalı. Çünkü biz bu zamanın insanları, bir yandan bilginin cazibesinden çıldıracak gibi olurken, öbür yandan "bir arada yaşama kültürü tabi evet hıhım" gibi ezberlenmiş şeyleri söyleyip duranların ağzına kürekle vurmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Bu arada yeri gelmişken, yeni bir şeymiş gibi ısıtıp ısıtıp söylediğin "bir arada yaşama kültürünü" sen icat etmedin canım benim. Zaten o hep vardı, insanlıkla birlikte en başından beri hep var oldu, sadece senin gerizekalı ataların yok efendim devletmiş, bayrakmış, onun tanrısı öbürününkini dövermiş... gibi şeyleri bahane edip senin bunu unutmana sebep oldu.

Bu arada bir parantez daha açmak istiyorum sayın seyirciler, böyle düşününce insan olmaya çok mu değer atfediyoruz lan acaba? Yani neticede tarih dediğin, rekabet ve savaşlarla yazılmış bir şey. Daha üç gün önce bir halkın üzerine atom bombası atılmış bir dünyadan bahsediyoruz. Belki de çok büyütmemek lazım bu yaşama işlerini.

Parantezi kapatmamız gerekirse; bir yandan "Ama bilgi? Düşünce? Akıl fikir? Sebep sonuç?" derken, öbür yandan kirasıydı kredi kartıydı filan gibi şeyleri düşündüğümüz hayatlara mahkum durumdayız ve hiç uydurmayın, aslında kimsenin bundan çok da şikayet ettiği yok. Ben mesela, şu an bunları doğru düzgün bir klavyede yazıyor olmaktan gayet memnunum. Gerçi işyerinde değil de bir deniz kenarında mojitomu yudumlarken yazaydım eyiydi tabii o ayrı.

Yani diyorum ki akıl sağlığı, peşinde çok da koşulabilecek bir şey değil. Çünkü o senin-benimle ilgili bir şey değil. Evren, kendisini anlamayı kafaya koyanlar için düzgün koşullar oluşturmuş bir yer değil. Ki bunu bu hale getirenler de insanlardan başkaları değil. Yani "sen ilk değilsin son değil, son yalancı sen değil..."

Özetle, akıl sağlığı kimilerinde doğuştan "off" geliyor. Sen onu toparlayayım derken iyice dibe gömülüyorsun ama bundan haberin yok, neden, her ay gelen ekstreden dolayı.

Öperim, siz de öpün,
Göksun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder