28 Ağustos 2013 Çarşamba

başlıksız.

(işbu post, sıkıntılı bir gecede bana linki verilmiş şu playlist eşliğinde yazılmıştır. listenin başlangıcına kanılıp "müslüm gürses ulan!" hissiyle dolunmuş, aralardaki saçma sapan pop şarkıları itinayla atlanarak kalanlarla devam edilmiştir.) 

ben öyle entel filan değilim, bayağı arabeskimdir aslında. sadece biraz fazla düşünürüm.

bi arkadaş bi link verdi bana, ne olduğunu bilmiyorum, "ahshas dün gece sarhoşken maymunluk mu yaptım yoksa la" diyerek tıkladım. müslümlü gürsesli playlist yapmış hayvan. bu gece olmayaydı iyiydi.

sebebi de şu, canım çok ağır sıkkın. konu benimle ilgili değil fakat sıkkın işte. bunun bana verdiği hissi ifade edecek kelimelerin varlığını reddediyorum.

olamaz çünkü. acı varken kelime nedir allahaşkına ya. daha doğrusu, kelimeyle ifade edilebilen acıya takayım demeliydim.

çok ağır şeyler oluyor çok. hayatta yani. özetle, herkes her şeyi bilmeli. o zaman her şey mübah. yok vurgusu yanlış oldu cümlenin. her şey o zaman mübah. düzgün yaşamanın başka yolu yok.

sen bir şey düşünürken öbürü başka şeyin peşindeyse olmaz. hele o peşinde olduğu şeye sen inandırdıysan.
çelişkiden ve tutarsızlıktan hoşlanmıyorum. tik gibi düşün.

insan olmak ne kadar zor. ne kadar çok şey olmak zorundasın. bu cümleyi sırf fonetiğini sevdiğim için böyle kurdum, yoksa aslında demek istediğim o değil.

insan olmak ne kadar zor. ne kadar çok şeyin farkında olmak zorunda olduğuna inandırılmış durumdasın. halbuki sadece, herkesin insan olduğunun bilincinde olmak yetmeliydi. fakat bu en zoru olduğundan, insan evladı bunu seçmedi.

çünkü işine gelmedi.

çünkü ego diye bir bok var hayatta.

benim eşitlik algım çok ağır bir algı, siyasi bir şeyden bahsetmiyorum burada. siyaset ne bu arada ya, onun varoluşu zaten insanlık için utanç kaynağı.

aslında hepimizin aynı hayvan olmamızdan fakat sosyallik denen bokla pislendiğimizden bahsediyorum. bunun istisnası yok ki.

sen nasıl kendini, kendi acını, zevkini, varlığını... kendine dair herhangi bir şeyi, nasıl başkasınınkinden ayrı görebilirsin ki?

dünyanın en manasız şeyi değil mi bu allaşkına ya. olur mu abi öyle şey ya.

kafam bayağı gidik bu gece ya. ama içmiyorum. evde içmem ben, bi de yalnız zaten içmem. ama öte yandan, birileriyle içiyor olsaydım bunları düşünüp yazma durumu da olmazdı.

gerçi belki içsem kafam daha da gidecek, tamam aklımı zorlamak hoşuma gidiyor ama mantıklı insanım ben. zorlamanın da usûlü adabı olur, bok mu var şimdi şu kafayla içip arızaya bağlamakta.

yok çünkü o bok zaten hiçbir yerde ve hiçbir şeyde yok.
hatta belki bok diye bir şey zaten yok. onu da biz uydurduk.
çünkü olmasını istedik.
bir şey yapalım ve bunun sonuçları olsun.
niye? bok var.

en güzeli de, tamam bi sonuçları olsun ama o sonuçları olmasın tribi. bayılıyorum buna. oldu annem kainatın kaynak kodları sende duruyor zaten aç oyna istediğin gibi. hayat değil sims çünkü bu.

istemiyorum abi, hiçbir şeyin sonuçları olsun istemiyorum, ben sadece kitap okuyup seyahat ederek yaşayabilirim. - o zaman bunun da sonuçları olacak, mesela "ona göre" bir insan olucam ve bu da bir sonuçtur.

hasktir ya.

sonuç var çünkü ZAMAN var.
zamanın olduğu yerde neyden kaçıyosun gerizekalı.

of birden çok ağır aydınlandım ya. gerçi bu aydınlanmak değil, bildiğin göçme hali. aydınlanırken karanlığa gömülmek.

bilinç ya da zeka da değil, bir sonuç oluşması için bunlar gerekmiyor. direkt zamanla oluyor her şey.
bir başlangıç noktan oluyor ve gerisi geliyor zaten.
ve sürekli yeni bir an başlıyor, sürekli başlıyor efendim durduramıyoruz.
her anın ucundan öbürünün gelmesi ve buna müdahale edilemeyecek olması çok korkunç bir şey değil mi?
her şey anlamsız gelmiyor mu öyle bakınca?
işte o zaman ilk başta diyorsun ki,
madem müdahale edemiyorsun ve edemeyeceksin, o zaman bu kayıtlamalar kuyutlamalar neden?
o öyle değil işte.
insanlar üzülüyor.

çok acayibim çok. kötü değil, iyi hiç değil, mutlu mutsuz filan öyle bildiğimiz şeyler gibi değil.
boş.
kuru.
hissiz ama hissizliğinden hoşnutsuz.

bu da ne saçma iş arkadaş, hissiz olmayı yücelt dur, sonra oluyorsun diye üzül.

çok acıktım ya. evde su bile yok, bırak ekmeği bişeyi.
ahah iki lokma ekmek ihtiyacının şu anki her şeyin arasından sıyrılıp zirveye oturması...
canım insanlık, boktan insanlık.

ben daha ne konuşuyorum abi ya, iki saattir kitap yazıyorum burada, sonra kalkıp "acıktım" ne ya.
gerçi bak bu da saçma. ama şu an o kadar çok şeye saçma dedim ki, hangi birini anlatacağım ve birini anlatırken öbürünü nasıl aklımda tutacağım konularında hiçbir fikrim yok.

fiziksel güdünün pat diye gelip tepeye oturduğu bir konuşmada, nasıl irade mirade zart zurt diyebilirsin ki - diye düşünebilirsin. düşünülebilir yani. ama buna katılmıyorum. ağzına atacağın ekmeğin bir sinir sistemi varsa o zaman eyvallah.

(bu playlist'i yapan eleman da araya yalın malın koymuş lan ayıp ya. oha kere oha.)

bir insan olarak nasıl davranacağımı bilmiyorum. strateji sahibi biri hiçbir zaman olmadım.
o yüzden ben de şöyle karar verdim, yani bu kararı ne zaman verdiğimi hatırlamıyorum ama verilmiş bulundu,
içime sinen şekilde davranmak isterim hayatta.
bu bazen ağır mantıklı olmayı, bazen de eeeh skerler kafasını gerektiriyor.
yani hangi yola gideceğine o an karar veriyorsun.
ben kendini suçlamayı da biliyorum zira, hem düşünsene şu şekilde çalışan kafayla kendine saldırdığını?

oha ölürsün lan.

o yüzden kendimle iyi geçinmek gibi bir kararım var. bak bunu sen de uygula bence, gayet ciddiyim.
ben hep öyle düşünürüm. "eğer öyle yaparsam bunu kendime nasıl açıklicam" şeklinde karar veririm yani. hah güzel özetledim evet.

açıklayamadıklarım oldu, hoş bir durum değil ama napalım, zaman dedik o kadar, geçiyor dedik.
çok da olmadı lan aslında. harcamıyim kendimi, güzel insanımdır ben.
ama işte olduğu zaman, "kendinden" kurtulamıyorsun - takarım seni eleştiren eşe dosta.

ben yatıyim ya.
bugünü de yemiş olalım.
bir gün daha yaşamış olalım.
bok var.
uyandığımda bir günü daha bitirmiş ve bir güne daha başlamış olucam. o günün sonunda da yeni bir şeyler yaşayıp öğrenmiş bir hale gelicem.
ilk defa gördüğüm şeyler olacak yarın. bunu biliyorum.
sonra?
soyunu devam ettirmek ok-kadar net ve elle tutulur bir şey ki. ben bir ara sezer'in kafasını şu şekilde yiyordum, "abi dünyadaki tüm kitapları izleyip tüm filmleri izlesem ne olacak?"
bok mu var?
ölücem ve her şey benimle bitecek.
ne olacak, o kadar çok şey bileceksin ve ne olacak?
aktaracak kimsen mi var?
ciddiyim bak, uzun bi süre buna takık yaşadım.
senin, evinden bile çıkmamış olmasına rağmen varlığını çocuğuna aktarmış birine karşı nasıl bir üstünlüğün olabilir?
ben senin okuduğun kitabı yakayım.

işte böyle biri olunca, müslüm gürses eşliğinde varoluşçuluk yapıyorsun.
"tanrı istemezse yaprak düşmezmiş." konu kilit. ya o değil de, asıl konu nerede kilit biliyor musun, adam "bir şansım olsun" diyor ya. "her şeyi al bana beni geri ver, bir şansım olsun."
tek bir şansın peşinde oluyor her şey. çünkü her şey mümkün.
mr. nobody'yi biliyorsundur sen, ha işte onu diyorum. her şey tek bir ihtimale bağlı. ama o da ölmek demiyorum.
şu an benim "acaba hala oturuyorlar mı, acaba gitsem mi, acaba napsam..." deyişimin ucunda milyonlarca farklı dünya var.
ve biz biz hala neyi konuşuyoruz ya.
her şey mümkün, başka bir dünya bile.
her şeyin mümkün olduğu şu dünyada tutarlı kalmaya çalışmak çok zor değil mi sence de?
işte ben bu yüzden böyle bir insanım
ama kalınacak, çünkü herkes insan. eşitlik, tutarlılıkla mümkün.
zira "devrim yapamazsın, devrim olabilirsin ancak."
of çok güzel bağladım yalnız.
yalnız bi hata oldu. eşitlik mümkün olan bir şey değil, o zaten bir "fact."
imkan konusu olan, eşitlik algısının yerleşmesi.

ben tanrıya inanırım, inanmak hoşuma gidiyor.
kişileştiriyorum onu çünkü, bayağı geyik yapıyorum yani adamla.
sanki öyle biri varmış da anlamaya çalışıyormuş gibi olmak hoşuma gidiyor.
yani tanrı inancı benim için bir "challenge." anlamaya çalıştığım şeyleri severim.

ne diyecektim acaba bundan sonra?
ha şey, birbiriyle bağdaşmaz görünen bu kadar şeyi ortaya atmış olması çok acayip. ya da şöyle formüle edeyim, adına ille tanrı demenin gereği yok çünkü; birbiriyle bağdaşmaz görünen o kadar şeyin dünyada halen var olabiliyor olması çok acayip.
insan denen hayvanın günde sekiz saat uyumasına rağmen neslini devam ettirebilmiş olması ne kadar acayipse, bu da aynı.

bu kadar algı sorunuyla, yine iyi halen yaşıyoruz.

hepimiz eşittiysek neden insanlar birbirini üzüyor? ama öte yandan, kimseyi üzmemek diye bir şey nasıl bu kadar imkansız? acı çekmek, insan beynine sahip olmanın diyeti olabilir mi?

ama bu mirası ben seçmedim ki.
her birimiz o kadar aynı gemideyiz ki.
kendi hayatını seçemeyen yedi milyar insan neyi paylaşamaz anlamıyorum. sen çok mutsuzsun da öbürü çok mutlu sanki, gerizekalıya bak ya.

herkes kendisinden önceki tüm insanlığın yüküyle doğuyor.
ay çok utanç verici. vaftiz çok mantıklı geldi bana şimdi.
ashahshahs hiç böyle düşünmemiştim. iyi de o da yine mantıksız, yüklü doğan çocuğu kurtarmak için, binlerce yılın ahlak yükünü kullanıyorsun.
"yükünden kurtul al bizimkini taşı, o daha güzel." ahahah çok anlamsız. vazgeçtim hiç mantıklı değilmiş.

bu sefer gerçekten yatıyorum çünkü hem yoruldum, hem de aşırı acıktım.

acaba ne kadar yazdım ben ya.
şu an beşinci sayfanın sonundaymışız, bundan sonra altıya geçiyor.
sayfaları az kullanılmış bırakmaktan pek hoşlanmam.
ya hiç geçme, ya da madem geçtin en azından bi yarısına gel. ağaç onlar ağaç. hem şeklen de güzel değil.

kalkayım da yatayım. sızayım bi güzel, kafa yorgunluğuyla.
laktik asit kafada da salgılanıyor mu? tamam kafamız da oksijenli solunum yapıyor ama kas mı lazım ille o asit oluşması için? dur bunu öğreneyim ben, eğer oluyorsa kullanırım bir şeyler yazarken.
beyinde laktik asit kafası hahah

çok zeki çok düşünen ve kafayı bu yüzden yiyen insanların sorunu bu olabilir mi acaba? ahah ay çok hoşuma gitti bu. bi de zehir gibi insanların beyin kanaması geçirmesi olayı var. küt diye gidiveriyorlar, hayatlarında koşarken. o da böyle bir şey bence. evet evet. laktik asitten oluyor hep.

bu arada sayfayı da bitirdik bitiricez ha şaka maka. yediye geçmeden ben kaçayım.
iyi geceler
.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

evi yakayım komşuya bir şey olmasın.

bi dakika ayılmadan önce hemmen yazmaya başlamam lazım.

akşamdan kalma insan kafasını çok seviyorum, şey oluyorsun, dalgalanmış da durulmuş ve o dalgalanmakla dalga geçmeye başlamış insan. en sevdiğim.

bahsetmiştim daha önce, ben hayatın sırrını metrobüse yürürken çözen insanım. sabah o yolda yürürken aklım acayip çalışıyor, resmen güzel bir insan oluyorum. bu arada kelime tekrarından özenle kaçınan biri olarak çok fazla "insan" dedim ama toparlayamayacağım kusura bakmazsanız... hem her biri ayrı ayrı yerli yerinde bence. neyse işte yani diyorum ki, o yolda taksiye binmiyorsam bir sebebi var. olay yedi lira değil. düşünmek hoşuma gidiyor.

(bu arada şu an telefonun fişini çektim saçma sapan çalıyor diye, açılmazsa müdür benim bana küfredin.)

bu sabah da arkadaşlarımı düşündüm. ama anlatacaklarımın anlamlı bir bütün oluşturması için, konuya aylar öncesinden girmem gerekiyor.

geçen kış ben bi hayata küstüm tamam mı, ara sıra yapıyorum öyle. bir de üstüne hasta oldum, uzun zamandır öyle ciddi hasta olmuyordum. kendime bakamıyorum, mutsuzluktan ve umursanmazlıktan ölücem. neyse annemle konuşurken hala pişman olduğum bir laf ettim. "kendine dikkat et" filan diyor bana güzel güzel, ben kalkıp "anne telefonda nasihat edeceğine gel iki kaşık çorba yap" dedim tamam mı. of nasıl iğrenç bir insansam demek ki. beni kötü bilmeyin aslında iyi insanımdır, eşimi dostumu kıracağıma kendimi keserim. ama işte demiş bulunduk. annem de gayet sakin bir şekilde, "yavrum istiyorsan hemen şu an kalkıp geleyim ama ben her zaman yanında olamam ki, bugün gelip yarın gideceğim neticede" dedi. o an mavi ekranın kendisi oldum. annem ağır haklı.

neyse annem gerçekten de ertesi gün geldi, baktı bana, o gelince iyileştim. anneme aşığım. ama şu an konu bu değil.

bunu dediğim süreçte, gerçekten çok kötüydüm. kendimi ağır yalnız ve "yüklü" hissediyordum. yalnız yaşamak çok sıkıntılı bir şey, karışanın görüşenin olmadığı gibi çorba yapanın da olmuyor. annemin öyle demesiyle bu artık bana iyice ağır gelmeye başladı, evet aile dahi "bir yere kadar" vardı, peki ben bu hayatta böyle mal mal ne yapacaktım?

derken, ben zaten o ruh halini aylardır yaşıyorken, o vakitler hayatımda olan adam da kalktı gitti. bu arada, "e adam varmış işte?" denmesin, vardı ama çorba yoktu. her neyse, o da öyle olunca ben çok üzüldüm. zaten uzun süredir bayağı yalnızlaşmışım, iki öksürdüm diye annemi te adana'lardan getirtecek kadar kendimi "muhtaç" hisseder hale gelmişim, insanların yanında durunca onlara fazla geliyormuşum hissi gelmiş üzerime oturmuş... ve kalktı gitti adam. aslında üzüldüğüm tam olarak o değildi, adam dediğin gider çünkü. ya gider ya da seni gittirir, bu işler böyle. bişey olmuyor korkmayın.

ben artık hepten koptum. artık iyice, "ben insanların kırmaktan imtina etmeyi düşünmeye gerek duydukları biri değilim" kafasına bağladım ve evet tam olarak bu cümleyle yaptım bunu. oturuyoruz mesela bizim orada birkaç kişi, ben nasıl utanıyorum o insanları kendime maruz bırakmaktan. öte yandan saçma olduğunun da farkındayım aslında, bunu yenmek için oturmaya devam ediyorum ama utancımdan ölerek. iki cümle kursam yerin dibine giriyorum resmen. bu "fazlalık olmayayım" hissi bende hep vardı yeni değil, sevmem salça olmayı. fakat işte bu yaz başında yardırdım iyice, insanlardan hayatlarında olduğum için özür dileyecek hale geldim.

o arada en ağır yakınlarımdan olan sezer'le de görüşemedik, onu da göremeyince ben artık kendimi bulamaz oldum.

sonra ne oldu bilmiyorum. bir şey olduysa da, gerçekten hatırlamıyorum. antidepresan kullanmadım, terapi filan da görmedim, aşık da olmadım, para da bulmadım, yani aslında  hiçbir şey olmadı. birden, bir sebepten, bir şekilde, iyi oldum. nasıl olduğunu bilmiyorum, muhtemelen tanrı da beni böyle görmekten sıkıldı. sağolsun, kendisini hep sevmişimdir. bana ufak sürprizler yapıyor, ilişkimizi bu şekilde ayakta tutuyoruz.

sonra başımı kaldırıp etrafıma baktım. oha benim özlem diye arkadaşım var lan. hayatımda anda var benim. bunların evlerinde filan uyanıyorum. ya da masada biri mal bi laf ediyor, tek bir an bakışıyoruz ve konuşmaya gerek kalmıyor. murat var, kendisi hatırlamıyor olabilir ama beni hayata bağladı adam resmen. o bahsettiğim dönemin en ağır zamanında, rakı içiyorduk bir gün, bana bişey dedi ve belki de beni kendime döndüren şey o tek cümleydi. olabilir bence. sezer konusuna zaten hiç girmiyorum, bir gün "öl ulan" diyecek ve gidip öleceğim diye korkuyorum.

metrobüs yolundan buralara nasıl geldik derseniz onu da anlatayım. dün akşam zeplin'de takılırken fatih "en son ne için çok mutlu oldunuz?" diye sordu. ben en son, özlem sayesinde çok mutlu olmuştum. cumartesi sabahı barobahçe'de kahvaltıdan geliyordum, beni bırakan arkadaş bunun sokağının orada bıraktı, baktım ki eve yürüyemeyeceğim. özlem'i arayıp "çay koy geliyorum" dedim, gittim çay içtim sohbet ettim uyudum filan. eve öyle gittim. sonra akşam yine buluştuk, bu sefer oğuzhan da vardı. keyifsizdim biraz, oturduk rakı içip sohbet ettik, nilüfer söyledik - şarkı olan tabii ki, sonra gittim özlem'de kaldım. sabah oğuzhan on numara kahvaltı hazırladı bize, az daha pinekleyip eve geçtim. işte son tarihli olup tüm zamanlara yayılmış olan mutluluğum buydu. çünkü hayat böyle yaşanması gereken bir şey.

beraber geçen zamanda keyifsizken, özlem bana neyin var diye sormadı. sormaz ki zaten, bugüne kadar hiç sormamış bile olabilir. çünkü gerek yok. bildiğinden eminim, bilmiyorsa da demek ki aslında keyifsiz değilim. özlem'in bilmediği derdi skeyim. bu sabah ağzım bozuk kusura bakmayın.

akşam da bir baktım anda'ya gelmişim. çünkü neden gitmeyeyim? bir pazar günü anda'yla moda'da bahariye'de takılmaktan daha güzel ne olabilir? ha takılmayı zeplin'e bağlamış olmak tamamen fatih'le alakalı bir olay, adam içmeyi bıraksa sektör yas ilan edecek, mekanlar kapanacak, cin piyasası alt üst olacak. piyasadaki alkol miktarı bariz bir şekilde artınca talep yetmez olacak, bunun için fiyatları düşürecekler muhtemelen, o yüzden fatihçim cin içmeyi bırakırsan cnm pls ltf tşk. (bu arada şimdi fark ettim, alkol piyasasının diğer temel direği olan adam da murat zaten. ahah nasıl arkadaşlarım var benim ayol.)

ekonomik öngörülerim bir kenarda dursun, öte yandan dünden beri aklım sezer'de benim. çünkü sezer'in mutsuz olduğu dünyada içilen cini dökeyim. ona da söyledim, bak sezer benim için önemli olan sensin, senin kafanı bozan kişi umrumda olmaz, bana kalkıp da ama öyle ama böyle diye gelme dedim. bir insan seni mutsuz ediyorsa ben buna bakarım.

anda'ya da dedim. tamam herkese üzülüyor olabilirim ama ben en çok seni bilirim, keşke bu üzüntünün parçası olmasaydın dedim.

özlem'e bir şey demiyorum o biliyor.

dün mesela bu da konuşuldu zeplin'de, arkadaşını "hayatından çıkarım ha!" diye tehdit etmek. şamilcim kusura bakma ama bunlar olacak işler değil bebeyim. hatırlatayım, bir kişinin hayatından çıkınca o kişi de senin hayatından çıkmış oluyor, güzel şeyler değil bunlar. hem ne yapalım, şimdi diyelim arkadaşın seni dinlemedi gitti yanlış bir şey yaptı, sonra da bir güzel bunalıma girdi. ne yapacaksın karşısına geçip "oooh bunal öyle orada mal gibi" diyerek cin mi içeceksin? yok öyle bir dünya.

çok güzel insanlar var lan benim hayatımda. çok seviyorum hepinizi.

ayşe var mesela, çok akıllı hatun, üstelik murat gibi adamla bayağı bayağı sevgililer. valla helal olsun. dünyayı ele geçirse geçirir. serdar var, özlem'le konuşurken sevmediğimiz insanlardan için "serdar'a dövdürek mi la?" diyebiliyoruz. erdem var, o biraz garip bir insan, benim her şeyi hukuka bağladığım gibi bu da gene bağlıyor. antin kuntin işler konuşmak için birebir. ulaş var, o da ayrı on numara bak çok seviyorum. proleterya değil politbüro için komünist olmuş insan neticede. melih var geçen kafamı öptüydü. erkan sağolsun çok acayip kafa açıyor adam, kendimi bir şeyler düşünüyor gibi hissediyorum. ilter var nasıl bahsetmedim, adam hayatımın en akil insanı. yarı tanrı olduğunu iddia ediyor ama bence bi dörtte üçü var rahat. allahtan ankara'da da iyice dadanamıyorum, yoksa adam kovardı artık "bi sus bi huzur ver" diye.

son olarak konuyu kadıköy'e bağlamak istiyorum müsaadenizle, bu insanların pek çoğunun bizim buralarda olması ve olmayanlarla da zaten kadıköy'de takılıyor olmamız sizce de çok şahane değil mi? tamam hayatım iyice dağılmış olabilir, eve giderken masada rakıyı görüp gidemiyor ya da migros'ta kasadayken başımı kaldırıp birtakım cinliler görüyor olabilirim. fakat iyi böyle. canım kadıköy. ilter'le erdem'i de buraya taşırsak tam olacak.

yani özetle canlarım ya çok tatlı çıkmışsınız ^^