11 Temmuz 2013 Perşembe

"işte ben böyle bir hal içindeyim"

özellikle burada her yazdığım kişisel, fakat bu artık kişiselin suyu olacak. baştan anlaşalım. bir terapiste anlatır gibi anlattım.

ne zaman bir şeylere öfkelensem, bunun bana verdiği enerjiyi fark edip dehşete düşüyorum. sinir, insanı feci tezcanlı kılıyor. bunun sebebi "pozitif bilimsel" bir şey mi yoksa sakin insanın iplenmediği yönündeki sosyal gerçeklik mi bilmiyorum, oturup onu da düşünürsem artık... ki düşüneceğimi ben de biliyorum aslında ya neyse. 

işte o tezcanlılık beni korkutuyor. çünkü sinirlenince, bir an için aslında bir şeyler yapabileceğini düşünüyorsun. bu kadar dehşet verici bir şey olabilir mi? insan kendi sinirinden beslenebilir mi ya, tehlikenin farkında mısınız? hepimiz kendi içimizde birer küçük provokatör müyüz yoksa? yoksa insan denen bok, sosyalleşme denen zamazingoyu sırf sinirini çıkara dönüştürecek bir mecra olması için mi yarattı? biz baştan sosyal bir hayvan filan değildik de, öbürümüzden bir çıkarımız olabildiğini fark edince mi evrildik? sonra o çıkarı bulamayınca da sinire kestik. sonra baktık ki, sinirlenince oluyormuş. uuu beybi, koşun lan koşun, insan doğasını çözdüm. 

sinirle ilgili duygularım bunlar. "öfke, kendisine sebep olan şeyden daha tehlikelidir" ve ben buna tamamen katılıyorum. (alıntının kaynağını hatırlamıyorum, hatırlayan qızlar eqlesin.) öfkeli olunca zarar verirsin. söylediğin şeylerden ertesi gün pişman olursun - hatta değil ertesi gün, otuz saniye sonra filan da olabilirsin. kalp kırarsın. bu budur. o zaman ya öfkeyi yok etmek, ya da tamamen öfkeye boğulmak gerekir. seçim sizin, ben ikisini de yapamadığım saçma sapan bir hayat yaşıyorum. 

bela okunmasına prensip olarak karşıyım ve bu karşı oluş da ayrı bir mesele. lan adamlar patır patır öldürüyor sen kalkmış hala "bili ikimiyilim ihihi" diyorsun. işte bak mesela, bu tam bir "öfkeye boğulma" imkanı. bu adamlardan nefret etsen kimse de sana "noluyor" diyemez. fakat olmuyor. çünkü sosyalleşmenin kendi kendini yiyen akıl yürütme şekli hepimizi muhteşem birer sevgi kelebeğine dönüştürdü. "nefret etmemeliyim çünkü nefret zararlıdır ve yıkıcıdır. bunun yapıcı bir çözümü olmalı" dersin ama o çözüm asla gelmez. nefret etmeyi seçince de bu sefer kendi vicdanın tarafından öldürülürsün. yani her durumda olan sana bana oluyor. bence bunun üzerinden giden bir distopya da olmalı, illa ford illa taylor değil. gerçi "mevki uygarlığı" üretim biçimlerinden tamamen bağımsız ve çok farklı bir kitaptı, ama o da böyle değil. (bu arada mevki uygarlığı'nı okuyun ve hem bana hem de kitabı bana tavsiye eden volkan abi'ye teşekkür edin.)

ya o değil de, ben başka bir şey için gelmiştim asıl, yine sinire daldım.

insan duygularının burçla açıklanmasına ayrı hastayım. "aynı anda hem deli sinirli hem de sinir sebebinden bağımsız olarak ağır kederli olmak" dediğim zaman "ikizler burcu kadını olduğundandır" diyecek bir milyon kişi bulabilirim. belki de gerçekten ondandır, ben bir balık olarak denizin farkında değilimdir. bilmiyorum. ama daha dün erdem'e de söylemiştim, çok fazla uyaran var, nasıl "sadece tek bir şey" olabilir insan? 

ruh halimi size şöyle anlatayım:

1. öfke kısmı malum. ali ismail'in yüzünü gördükçe sinirim daha da artıyor. kendimi alamıyorum. ne kadar da güleryüzlü, sıcak bakışlı bir çocukmuş... abdocan da öyleydi. mehmet'in daha sakalları bile çıkmamış olabilir, çocukcağızın her fotoğrafı pırıl pırıl. gerçi ne olacak, sakallı olsa "haa tamam o zaman" mı diyeceğiz? saçmalığa bak. ethem ise, benden küçükmüş ama tanısam abi derdim gibi geliyor. öyle bir havası var güzel kardeşimin. insan insanı sever abi, birine öfkeleneceksen bunun bir sebebi olmalıdır. 

(bir dakika burada araya girmem gerekiyor. son cümlemde sosyal bir önkabul ve kurcalanması gereken bir felsefe var. default ayarlarımız konusunda biraz daha düşünmem lazım.) (lan "sevgi rules" diyen bir insanı ne hale getirdiğiniz pezevenkler.)

2. tüm bu öfke ve endişe, insana ister istemez varlığını sorgulatıyor. dünkü feysbuk staatüs'ümü paylaşmak istiyorum izninizle:

"insanlar ölüyor ya. hep öldüler, birileri onları hep öldürdü. insan öldürmek, biz bu dünyada var olduğumuz ilk andan beri, bir tarafa verdiği acı kadar diğer tarafa gurur verdi. insanlığın varlığı, ta en başından beri, diğerini yok etmek üzerine kuruldu.

yüz bin yıldır dünyadayız ve bu hep böyle. insanlar annelerinin ve eşlerinin koynundan alındılar. ve bununla hala gurur duyulabiliyor. insan milleti, yıl olmuş 2013, hala kazandığı savaşlarla övünüyor ve fakat savaşın kendisinin utanılacak bir şey olduğunun farkında değil. "benim sçtığım bok daha büyük" demekten hiçbir farkı yok ki bunun. 

insan olmak iğrenç bir şey ya, gerçekten. dün gece murat'la onu diyorduk, aha maydonoz da var oluyor, biz neden insan olduk ki? hayır neden yani, olduk da ne oldu? bir hamamböceği olarak dünyaya çok daha faydalı olabilirdim, en azından bu kadar zararlı olmazdım.

yaratılışçı iseniz eğer, dünyada 4 kişi varken biri diğerini öldürdü lan. kardeşti bunlar. insanlık bir cinayetle başladı. dünya nüfusunun dörtte biri katil oldu ve belki de şu an hala öyle. 

evrim hata yapmaz. tekrar yaratılışçılığa dönersek, tanrı da hata yapmaz. bence neslimizin tükenmesi için oluyor bunlar. tükensin de zaten. zaten geldiğimiz gibi içine sçtık dünyanın, şu ömrümüz bitse de gitsek."

bu konuda söyleyeceklerim bu kadar.

3. yukarıdaki sorgulama halinin yanı sıra, gündemden tamamen bağımsız duygular da olabiliyor. çünkü o kadar saçma bir dünyadayız ki, bir yandan sosyal medya sağolsun sokakların içindeymiş gibi yaşayabiliyorken, öbür yandan yıllardır süregelen rutinlerimize devam ediyoruz. 

o rutinler, bize sokaklardan bağımsız olarak o kadar çok sinir ve mutsuzluk sebebi sunuyor ki. bunları anlatmanın alemi yok, günlük dertlerimizi biliyoruz zaten. e şimdi, bir yandan insanlar ölüyor ama sen zaten onlar ölmeden önce de veya ölmeseydi de hayatına tahammül edemiyordun?

abi çok çok boktan bir hal ama anlatamıyorum. benim üzüntü kaynaklarımdan biri, çok net, açık, sokaklardan bağımsız, bildiğin, hepimizin yaşadığı bir şey. biliyorsunuz, andırmayın. üstelik durduk yerde gelen cinsten. çok somut mutsuzluklarım var. geçimsiz, huysuz ve sosyalleşme sorunları olan biri olduğumu düşünüyorum. her şey çok net yani, bunun çocuklarla bir alakası yok. çalışma şeklimden hoşlanmıyorum. kendime bir hayat kurabildiğimi hala hissedemiyorum ve gelecek kaygım var. bunlar hep vardı, ali ismail yaşıyor olsaydı da olacaktı. 

ama olmuyor işte. bir yandan birine, öbür yandan öbürüne kafayı takamıyorsun. bunu muhtemelen yüz bininci söyleyişim, ama tek bir kişi olmak yani tek bir beyin ve bedenle yaşamak gerçekten çok zor. dünyaya yetmiyor.

ben basbayağı varoluş sıkıntısı çekme kafasındayım. ama ben varlığımın sıkıntısını çekeyim derken insanlar yok oluyor. hicap duyuyorum.

ama mutsuzum. "yok" olamadığım, var halimin ise pek bir anlamının olmadığını düşündüğüm için, çok mutsuzum.

4. öfke nasıl ki insanı hareket ettiriyorsa, mutsuzluk da hareketsiz kılıyor. mutsuzluğun verdiği hali pir sultan çok çok güzel özetlemiş, hep aynı şekilde izah ederim:

"ister yağmur yağsın, isterse dolu / n'idem ben ummana daldıktan sonra."

ya arkadaş ben mutsuzluğun dibindeyim, sen daha bana ne anlatıyorsun? kendim için bir şey yapabileceğimi düşünsem zaten yaparım, ama ummanın içindeyken yağmurdan bana ne abi?

bu o kadar "sıyrılmış" bir ruh hali ki. gerçekten hiçbir şey ilgini çekmiyor. yani aslında şu an bir sürü şey yapıyor gibiyim ama hepsi "kerhen." belki birinde tutturur da giderim diye ve hepsinde iğreti durarak.

bir yandan, aldığın her haberle yükselen bir sinirin var ve bu seni bir şeyler yapmaya zorluyor. ama öte yandan, seni hiçbir şey yapmamaya sevk eden ve konuyla alakasız bir kederin de var ve kımıldamanı imkansız kılıyor. yalnız burada, yukarıdaki ikinci maddeyi de düşünmenizi rica edeceğim. sinirin kaynağı tek, fakat kederin kaynağı tek değil. hem insan hem de göksun olarak, mutsuzluk için milyonlarca sebep bulabilirim.

[yukarıdaki parantezi burada da tekrarlamalıyım sanırım: (bir dakika burada araya girmem gerekiyor. son cümlemde sosyal bir önkabul ve kurcalanması gereken bir felsefe var. default ayarlarımız konusunda biraz daha düşünmem lazım.)]

ha peki bu kadar saçma sapan bir duygu sürecindeyken insan ilişkilerim nasıl gidiyor?

hiiç. yani sürekli bir yerlerde birileriyleyim ama gittiğim her yerde "kendi kendime" takılıyorum. yani insanlarla sorunumuz yok ama o kadar. buna da şükür, sinirini başkasından çıkaran biri olduğum zamanlar da oldu. 

of sıkıldım ben gidiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder