26 Ağustos 2013 Pazartesi

evi yakayım komşuya bir şey olmasın.

bi dakika ayılmadan önce hemmen yazmaya başlamam lazım.

akşamdan kalma insan kafasını çok seviyorum, şey oluyorsun, dalgalanmış da durulmuş ve o dalgalanmakla dalga geçmeye başlamış insan. en sevdiğim.

bahsetmiştim daha önce, ben hayatın sırrını metrobüse yürürken çözen insanım. sabah o yolda yürürken aklım acayip çalışıyor, resmen güzel bir insan oluyorum. bu arada kelime tekrarından özenle kaçınan biri olarak çok fazla "insan" dedim ama toparlayamayacağım kusura bakmazsanız... hem her biri ayrı ayrı yerli yerinde bence. neyse işte yani diyorum ki, o yolda taksiye binmiyorsam bir sebebi var. olay yedi lira değil. düşünmek hoşuma gidiyor.

(bu arada şu an telefonun fişini çektim saçma sapan çalıyor diye, açılmazsa müdür benim bana küfredin.)

bu sabah da arkadaşlarımı düşündüm. ama anlatacaklarımın anlamlı bir bütün oluşturması için, konuya aylar öncesinden girmem gerekiyor.

geçen kış ben bi hayata küstüm tamam mı, ara sıra yapıyorum öyle. bir de üstüne hasta oldum, uzun zamandır öyle ciddi hasta olmuyordum. kendime bakamıyorum, mutsuzluktan ve umursanmazlıktan ölücem. neyse annemle konuşurken hala pişman olduğum bir laf ettim. "kendine dikkat et" filan diyor bana güzel güzel, ben kalkıp "anne telefonda nasihat edeceğine gel iki kaşık çorba yap" dedim tamam mı. of nasıl iğrenç bir insansam demek ki. beni kötü bilmeyin aslında iyi insanımdır, eşimi dostumu kıracağıma kendimi keserim. ama işte demiş bulunduk. annem de gayet sakin bir şekilde, "yavrum istiyorsan hemen şu an kalkıp geleyim ama ben her zaman yanında olamam ki, bugün gelip yarın gideceğim neticede" dedi. o an mavi ekranın kendisi oldum. annem ağır haklı.

neyse annem gerçekten de ertesi gün geldi, baktı bana, o gelince iyileştim. anneme aşığım. ama şu an konu bu değil.

bunu dediğim süreçte, gerçekten çok kötüydüm. kendimi ağır yalnız ve "yüklü" hissediyordum. yalnız yaşamak çok sıkıntılı bir şey, karışanın görüşenin olmadığı gibi çorba yapanın da olmuyor. annemin öyle demesiyle bu artık bana iyice ağır gelmeye başladı, evet aile dahi "bir yere kadar" vardı, peki ben bu hayatta böyle mal mal ne yapacaktım?

derken, ben zaten o ruh halini aylardır yaşıyorken, o vakitler hayatımda olan adam da kalktı gitti. bu arada, "e adam varmış işte?" denmesin, vardı ama çorba yoktu. her neyse, o da öyle olunca ben çok üzüldüm. zaten uzun süredir bayağı yalnızlaşmışım, iki öksürdüm diye annemi te adana'lardan getirtecek kadar kendimi "muhtaç" hisseder hale gelmişim, insanların yanında durunca onlara fazla geliyormuşum hissi gelmiş üzerime oturmuş... ve kalktı gitti adam. aslında üzüldüğüm tam olarak o değildi, adam dediğin gider çünkü. ya gider ya da seni gittirir, bu işler böyle. bişey olmuyor korkmayın.

ben artık hepten koptum. artık iyice, "ben insanların kırmaktan imtina etmeyi düşünmeye gerek duydukları biri değilim" kafasına bağladım ve evet tam olarak bu cümleyle yaptım bunu. oturuyoruz mesela bizim orada birkaç kişi, ben nasıl utanıyorum o insanları kendime maruz bırakmaktan. öte yandan saçma olduğunun da farkındayım aslında, bunu yenmek için oturmaya devam ediyorum ama utancımdan ölerek. iki cümle kursam yerin dibine giriyorum resmen. bu "fazlalık olmayayım" hissi bende hep vardı yeni değil, sevmem salça olmayı. fakat işte bu yaz başında yardırdım iyice, insanlardan hayatlarında olduğum için özür dileyecek hale geldim.

o arada en ağır yakınlarımdan olan sezer'le de görüşemedik, onu da göremeyince ben artık kendimi bulamaz oldum.

sonra ne oldu bilmiyorum. bir şey olduysa da, gerçekten hatırlamıyorum. antidepresan kullanmadım, terapi filan da görmedim, aşık da olmadım, para da bulmadım, yani aslında  hiçbir şey olmadı. birden, bir sebepten, bir şekilde, iyi oldum. nasıl olduğunu bilmiyorum, muhtemelen tanrı da beni böyle görmekten sıkıldı. sağolsun, kendisini hep sevmişimdir. bana ufak sürprizler yapıyor, ilişkimizi bu şekilde ayakta tutuyoruz.

sonra başımı kaldırıp etrafıma baktım. oha benim özlem diye arkadaşım var lan. hayatımda anda var benim. bunların evlerinde filan uyanıyorum. ya da masada biri mal bi laf ediyor, tek bir an bakışıyoruz ve konuşmaya gerek kalmıyor. murat var, kendisi hatırlamıyor olabilir ama beni hayata bağladı adam resmen. o bahsettiğim dönemin en ağır zamanında, rakı içiyorduk bir gün, bana bişey dedi ve belki de beni kendime döndüren şey o tek cümleydi. olabilir bence. sezer konusuna zaten hiç girmiyorum, bir gün "öl ulan" diyecek ve gidip öleceğim diye korkuyorum.

metrobüs yolundan buralara nasıl geldik derseniz onu da anlatayım. dün akşam zeplin'de takılırken fatih "en son ne için çok mutlu oldunuz?" diye sordu. ben en son, özlem sayesinde çok mutlu olmuştum. cumartesi sabahı barobahçe'de kahvaltıdan geliyordum, beni bırakan arkadaş bunun sokağının orada bıraktı, baktım ki eve yürüyemeyeceğim. özlem'i arayıp "çay koy geliyorum" dedim, gittim çay içtim sohbet ettim uyudum filan. eve öyle gittim. sonra akşam yine buluştuk, bu sefer oğuzhan da vardı. keyifsizdim biraz, oturduk rakı içip sohbet ettik, nilüfer söyledik - şarkı olan tabii ki, sonra gittim özlem'de kaldım. sabah oğuzhan on numara kahvaltı hazırladı bize, az daha pinekleyip eve geçtim. işte son tarihli olup tüm zamanlara yayılmış olan mutluluğum buydu. çünkü hayat böyle yaşanması gereken bir şey.

beraber geçen zamanda keyifsizken, özlem bana neyin var diye sormadı. sormaz ki zaten, bugüne kadar hiç sormamış bile olabilir. çünkü gerek yok. bildiğinden eminim, bilmiyorsa da demek ki aslında keyifsiz değilim. özlem'in bilmediği derdi skeyim. bu sabah ağzım bozuk kusura bakmayın.

akşam da bir baktım anda'ya gelmişim. çünkü neden gitmeyeyim? bir pazar günü anda'yla moda'da bahariye'de takılmaktan daha güzel ne olabilir? ha takılmayı zeplin'e bağlamış olmak tamamen fatih'le alakalı bir olay, adam içmeyi bıraksa sektör yas ilan edecek, mekanlar kapanacak, cin piyasası alt üst olacak. piyasadaki alkol miktarı bariz bir şekilde artınca talep yetmez olacak, bunun için fiyatları düşürecekler muhtemelen, o yüzden fatihçim cin içmeyi bırakırsan cnm pls ltf tşk. (bu arada şimdi fark ettim, alkol piyasasının diğer temel direği olan adam da murat zaten. ahah nasıl arkadaşlarım var benim ayol.)

ekonomik öngörülerim bir kenarda dursun, öte yandan dünden beri aklım sezer'de benim. çünkü sezer'in mutsuz olduğu dünyada içilen cini dökeyim. ona da söyledim, bak sezer benim için önemli olan sensin, senin kafanı bozan kişi umrumda olmaz, bana kalkıp da ama öyle ama böyle diye gelme dedim. bir insan seni mutsuz ediyorsa ben buna bakarım.

anda'ya da dedim. tamam herkese üzülüyor olabilirim ama ben en çok seni bilirim, keşke bu üzüntünün parçası olmasaydın dedim.

özlem'e bir şey demiyorum o biliyor.

dün mesela bu da konuşuldu zeplin'de, arkadaşını "hayatından çıkarım ha!" diye tehdit etmek. şamilcim kusura bakma ama bunlar olacak işler değil bebeyim. hatırlatayım, bir kişinin hayatından çıkınca o kişi de senin hayatından çıkmış oluyor, güzel şeyler değil bunlar. hem ne yapalım, şimdi diyelim arkadaşın seni dinlemedi gitti yanlış bir şey yaptı, sonra da bir güzel bunalıma girdi. ne yapacaksın karşısına geçip "oooh bunal öyle orada mal gibi" diyerek cin mi içeceksin? yok öyle bir dünya.

çok güzel insanlar var lan benim hayatımda. çok seviyorum hepinizi.

ayşe var mesela, çok akıllı hatun, üstelik murat gibi adamla bayağı bayağı sevgililer. valla helal olsun. dünyayı ele geçirse geçirir. serdar var, özlem'le konuşurken sevmediğimiz insanlardan için "serdar'a dövdürek mi la?" diyebiliyoruz. erdem var, o biraz garip bir insan, benim her şeyi hukuka bağladığım gibi bu da gene bağlıyor. antin kuntin işler konuşmak için birebir. ulaş var, o da ayrı on numara bak çok seviyorum. proleterya değil politbüro için komünist olmuş insan neticede. melih var geçen kafamı öptüydü. erkan sağolsun çok acayip kafa açıyor adam, kendimi bir şeyler düşünüyor gibi hissediyorum. ilter var nasıl bahsetmedim, adam hayatımın en akil insanı. yarı tanrı olduğunu iddia ediyor ama bence bi dörtte üçü var rahat. allahtan ankara'da da iyice dadanamıyorum, yoksa adam kovardı artık "bi sus bi huzur ver" diye.

son olarak konuyu kadıköy'e bağlamak istiyorum müsaadenizle, bu insanların pek çoğunun bizim buralarda olması ve olmayanlarla da zaten kadıköy'de takılıyor olmamız sizce de çok şahane değil mi? tamam hayatım iyice dağılmış olabilir, eve giderken masada rakıyı görüp gidemiyor ya da migros'ta kasadayken başımı kaldırıp birtakım cinliler görüyor olabilirim. fakat iyi böyle. canım kadıköy. ilter'le erdem'i de buraya taşırsak tam olacak.

yani özetle canlarım ya çok tatlı çıkmışsınız ^^

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder