18 Haziran 2014 Çarşamba

kırmızı

ben ruh halini reddetme dürtüsü gelişkin bir insanım. "hayır bu his bana yakışmıyor" diye kendimi bastırdığım çoktur. yine yaptım.

bugün ilk defa bu kadar şiddetle yaşadığım bir şey oldu. eve gelene kadar gayet normal bir gün geçirdim. bütün gün mesaideydim, her haftaki çarşamba yoğunluğunu yaşadık. yediğim içtiğim normal, yazı yazdım filan, yine kabataş'a oradan da mahalleye geçtim. eve gelirken markete uğradım. sıkıntı yok yani.

kapıdan girdiğimde nefes nefeseydim ama bunu gerektiren bir durum yoktu. koşmadım etmedim, merdivenden çıkarken şarkı söylemedim.

sonra tansiyon düşüklüğü gibi bir hal geldi. hesapta patlıcan pişirecektim, patlıcanları alıp tv karşısına geçtim.

ve öyle kaldım.

gözüm açık, tv'ye dönük. televizyonda amerika hollanda maçı var ama ben aslında hiçbir şeye bakmıyorum. öyle bir kalakalmışlık hali ki, kımıldamak fikri bana çok uzak. kımıldamak istememek de değil, yapamamak, becerememek ve zaten neden becermesi gerektiğini de bilmemek.

sonra, hala kımıldamadığım esnada, "aslında kalkıp yatabilirim. ama neden bunu istemiyorum ki?" diye düşündüm. kaan geldi, beni yatağa yatırdı, tansiyonum yükselsin diye ayağımın altına yastık koydu bal yedirdi filan... ben o arada tavana bakmaya devam ettim. ki huyum değildir, ben tavan izleme insanı değilim. işte o hissin en şiddetli hali, gözlerim faltaşı gibi açık bir şekilde tavana bakarken geldi.

kalkıp hayata devam edebileceğini biliyorsun. fizyolojik olarak sorun olabilecek hiçbir şey yaşamadın, onu da biliyorsun. aslında bir sorun yok yani, istesen "eeeh sıkıldım" der kalkarsın.

ama bunu neden yapasın? kımıldamazken öyle rahat ve iyisin ki, neden hayatın boyunca aynı pozisyonda kalmanın huzurunu seçmeyesin? neden kendini o hissizliğe bırakıp rahat etmeyesin? ille kımıldamak neden?

birkaç dakika öylece kalakaldım, tam olarak bu hisle. sonra inadıma kafamı sallamaya filan başladım, "ben böyle biri değilim" diyerek. uzandım biraz, uyumaya çalıştım, ama ne kadar çalışırsam çalışayım gözlerim faltaşılığından bir şey kaybetmedi.

sonra, "böyle olmayacak" diye kendimi kaldırdım. bugün yazdığım yazıyı düzelttim. o iş hoşuma gitti. yazmayı seviyorum.

sonra kırmızı oje sürdüm. iyi geldi. kendimi tekrar yüzeyde hissettim.

bu ne kadar böyle gidecek bilmiyorum.

savaş boyasına inanmıyorum ama bir kırmızı oje var.

1 yorum:

  1. Blog sayfası ararken tavsiye üzerine blogunuzla tanıştım. Zihin dünyasında aynı tilkilerle muhatap olduğumu farkettigim sırada kırmızı Başlıklı yazıya odaklandım. Sanırım kırmızı takıntısı. Rengin yoğunluğu olsaydı yazıda daha mutlu olacaktım. Gerçi daha mutlu olmak için mutluluk şartı ön plana çıkıyor ve ben bunu istemiyorum gibi hissediyorum. Yazıların güzel. Devami gelirse mutlu olurum. Renk yoğunluğunu kaleme almak da bana düşecek artık. Lüzumsuz bir vazife edindim yine. Öyle işte, saygılar...

    YanıtlaSil