8 Temmuz 2013 Pazartesi

alternatif yol hikayesi: candan erçetin'le varoluşçuluğa giriş.

bugün artık his karışıklığının dibini gördüm sanırım, yani lütfen görmüş olayım ve bundan beteri olmasın.

sabah aklımda milyon düşünceyle geldim, gündemim çok yoğundu. sonra bir feysbuk muhabbetinin laf arasında bozcaada seyahati geçti; kendimi yolculuğun beni toprak mülkiyetçiliğini düşündüren kısmını anlatırken buldum.

bu kısmı ayrıca yazmak istiyorum zaten. nitekim vatan fetişizmini yıldızlara bakarken bile kaybediyor insan, "toprak üzerinde mülkiyet iddia etmek, coğrafyayı sahip olunacak bir mal haline getirdiği için bile ayıptır." diyerek.

fakat güya bunları sonra yazacaktım. siz burada gaz yerken benim tatil yapmakta olduğum gerçeği o kadar da göze sokmamak için. bu da ayıp çünkü.

yolculuğun benim aklımdaki kodlanma şekillerinden biri de, dinlediğimiz şarkılar oldu. teoman'ın mavi kuş ile küçük kız şarkısını yeni öğrendim ki öğrenmesem iyiymiş. fazla dokundu.

derken benim için "maskeli balo" vardı bu yolda. çünkü o şarkıda söylemeyeceğim hiçbir söz yoktu ve ben de artık gemileri yakma noktasındaydım. fakat bu yakış "binicem üstüne vurucam kırbacı" şeklinde değil, "ben de mutlu olmayayım anasını satayım, benim hayatım da böyle olsun napim..." şeklinde bir vazgeçiş kararıydı. madem olmuyor, olanımıza bakalım.

ve en nihayetinde, o son candan erçetin'i dinlemeyecektik...

arabada dört kızdık. diğer arkadaşları bilemem tabii ama bu seyahat benim için çok önemliydi. şimdi bunları anlatmak geçmişi kurcalamak olur, bunu yapmak istemiyorum. ama bir kısmınız biliyorsunuz zaten, yeni ayrılmış ve artık insanlarla ilişki kurmayı beceremediğine ikna olmuş bir insanım. yani sorun sende değil, gerçekten bende ve hep öyleydi. sorun benim varoluş şeklimin kendisiyse, gemileri yakmayıp ne yapayım, ölecek halim yok. yola çıkmak zaten başlı başına bir "içe bakış" süreciyken, işte böyle bir ruh hali üzere çıkmak bambaşka bir tecrübe.

anda bize dj'lik yaparken konu candan erçetin'e geldi. aslında gayet neşeli ve hoş bir şarkıdan, bahar'dan bahsediyorduk. fakat arabada o albümün olması, o albümde de git'in ve hatta yetmez gibi ben kimim'in olması... işte onlar hiç olmadı.

candan erçetin'in bende çok farklı, çok "acayip" bir yeri var. kendisini ne zaman dinlesem, birinden ya da bir ruh halinden ayrılmakta oluyorum. her biri farklı anlara tekabül eden on beş şarkısını sayabilirim. geçen gün oturdum, "iyi de neden candan erçetin pardon?" diye düşündüm. bence sebebi gayet açık:

candan erçetin'in acı çekme şekli bana çok uyuyor. çok ağır mutsuz, ama acısını çok düzgün çekiyor. "beni terk ettin ve o yüzden kahrolman lazım" gibi bir trip atmıyor yani, aynı "ayrıldık ve bütün dünya birden yok oldu" arabeskine girmediği gibi.

acı böyle bir şey değil mi kuzum? biz "kendi kendine yaşayan" insanlar, akşam evimizde ağlayıp sabah hiçbir şey olmamış gibi işimize gelmiyor muyuz? bir ayrılık yaşadığımızda, "evet harcandım ve bu bana çok dokundu ama bu senin benimle ilgili bir şey değil. insan olmak bunun üzerine kurulu" demiyor muyuz? - gerçi ben artık demiyorum, sorunun bende olduğunu kabul ettim ama o başka. ya da siz gerçekten kendinizi hint kumaşı sanıyor musunuz? yapmayın allahaşkına.

işte bu sebeplerden, candan erçetin'in acısını çok seviyorum. çünkü çok kendi halinde, düşünen, sorgulayan, ama öte yandan da kabullenmiş bir acı şekli bu. üç gün ağlamakla geçmeyecek olan, içerlerde bir şeyleri değiştiren, diplerde hissedilen bir şekil. kendi hayatına sahip olduğu için yeterince güçlü görülen ama aslında ancak bir adamın sağlayabileceği hislere bal gibi de ihtiyacı olan kadının çektiği tür.

işte o tür, "ben kimim" şarkısındaki isyanı dibine kadar hissediyor çünkü evet böyle bir isyanı var. evet "geçimsizim bu günlerde" doğrudur, fakat "her cehalete kılıf uydurmak" benim işim değil.

yani bir yandan "git de allahaşkına, bir selama muhtaç et" ama öte yandan, "kim bakacak yüzüme, güzelmişim gibi sanki."

yakın geçmişte yazdığım başka bir metinde şöyle demişim: "o çatlak sesi, git derken bir yandan küfreder bir yandan dayanamaz gibi oluşu, ben kimim'deki "hadi lan oradan" anafikrinin sunuluşunun inanılmaz zarafeti, oyalama artık'ın "hadi canım gölge etme" der gibi dalga geçişi... "

"kendine iyi bak deme, denmez, saçma" o ayrı, ama "kandırmıyor ne gündüzüm ne gecem."

"çekilecek başa geldikçe dertler"
"vakit kaybıydı diyemem ama..."
"tek tek anlayarak hatalarımı, sevmeye çalışıyorum yalnızlığımı"
"kader oyunu değil bu, bu benim suçum"
"çok mu kalender sandınız dert anlatmayınca?
"neden sevinir insan zafer kazandığında, kazanmak neye yarar ki kaybeden olduğunda?"

görüldüğü üzere malzeme çok.

size bir canan erçetin playlist'i yapayım ama dinlemeyin. ben hiç bunları arka arkaya dinlemedim mesela. sadece, bunların birkaçının birden bulunduğu bir listeyi dinlemeyin diye uyarı maksatlı yazıyorum:

mühim değil
olmaz
parçalandım
saçma
git
gamsız hayat
meğer (bunu dinlememek yönünde bir prensip kararım var.)
sitem (yüksek sesle dinleyin.)
onlar yanlış biliyor
söz vermiştin bana
neden (listenin zayıf halkası bu bence. didaktik şarkılardan o kadar hoşlanmıyorum.)
ben kimim
oyalama artık
kim
umrumda değil
daha

bir de teoman'dan bonus track: 

"yalancıyımdır biraz ama bana inan
sarhoşken hep çok sahiciyim
yine fazla içmiştim bu akşam da
coşmuş kalbim, of nal gibiyim
sağır, kör, dilsiz görünür kalbim
ama bil, ben aslında iyi biriyim

bilirim, çok kirlidir aşk sicilim
sadakat konusunda pek iddialı değilim
ama bu kez farklı olsun diye
sen denersen, ben de denerim"

bu şarkı, bir kadın olarak bana bu kadar dokunmamalıydı. çünkü bizdeki "kirlilik" bir başarı hikayesi olmuyor. her bir süreçten, bir öncekinden çok daha ağır etkilenmiş olarak çıkıyorsun ve bir süre sonra artık kendine dair olumlu hislerin kaybolmaya başlıyor.

yani aslında özümde iyi biriyim, tanısanız seversiniz ama önce buna kendimi inandırmam lazım. o da şu kafayla zor. hadi bakalım hayırlısı.

öperims,
göksun.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder