28 yaşına ilerleyen bir kadın olarak içeriden bildiriyorum, biz kadınlar ne istediğimizi bazen kendimiz de bilmiyoruz.
Tanrı'dan "Lütfen artık böyle olmasın..." diye talepte bulunurken "Şöyle olsun!" diye eklemeyi unuttuğumuz için, Tanrı da doğal olarak "nokta atışı" yapamıyor. Ne istesen, Tanrı sana onu veriyor ama bu sefer de "Allah kahretmesin, keşke şunu da isteseymişim, eksikmiş bu meğersem..." diyorsun.
Bence biz artık bir şey istemeyelim. Şimdi Tanrı düşünsün.
Siz de bu yazıyı Ajda Pekkan eşliğinde dinleyin; önce artık annemizin margarinini kullanmadığımızı haykırıp, sonra da "Bile bile üstüme gelmene ne gerek var!" diyerek derdimizi anlatalım...
Şimdi efendim, “Neden senle hiç durmadan tartışıp duruyoruz ki biz?” diye soracak olursak, sebep bence gayet açık. Kadınlar olarak son yüz yılda hayatımız çok değişti, ama erkekler hala aynı yerdeler.
Biz artık sadece evde değiliz, artık “ilk kadın apartman yöneticisi” diye bir konsept kalmadı. Hadi bizim ülkemiz bu konuda “on puanı” hak etmiyor ama dünyada işler böyle değil, kadın olmanın haber değeri gerçekten çok azalmış durumda.
Peki siz, beyler? Biz sizin dünyanıza bu kadar “doğrudan müdahale” ederken, siz bizim nasıl yaşadığımızı hiç merak ettiniz mi?
Sokakta hanımefendi istiyorsanız, yatakta kış uykusuna dalmayacağınızı size biz mi öğretelim?
Bir türlü hazırlanıp da çıkamıyoruz diye söyleniyorsunuz, ama zaten “öyle göründüğümüz için” beğenmiştiniz bizi. Bunu size biz mi hatırlatalım?
Hem bize ne zaman ne diyeceğinizi kestiremiyorsunuz, hem de biz sizin egonuzla azıcık oynayınca hemen “kazak erkekçilik” oynuyorsunuz. Bu tutarsızlığınızı yüzünüze mi vuralım? Hayat böyle geçmez beyler.
Gerçi biz kadınlarda da, en az sizde olduğu kadar hata var. İlişkilerdeki “adalet” sorununun adını bile daha yeni yeni koyuyoruz. Son kuşaklara kadar hep “kadınlığını bil ve otur!” denerek yetiştirildik, ama artık “kadınlığını bil ve kalk!” faslına döndü işler. Yani aramızdaki fark hızla kapanıyor, ama bazılarınız bunu hala kabullenebilmiş değilsiniz... E tabii işler değişmeye daha ancak başlayabildiği için, bizde bir “nasıl davransak”, sizde de “ne oldu ki şimdi?” şaşkınlığı var.
Ne olduğunu anlatalım. Kadınlar artık özgürlüğü etek boyunda aramıyor beyler, geçtik o devirleri.
Mesela şöyle bir ilişki modeli var, “Erkek arkadaşım benim giydiklerime hiç karışmaz.” – Tamam çok güzel. Ama ablacım, senin “karışılacak” (!) tek şeyin etek boyun mu? Senin bir kişisel alanın, kendi zevklerin, o erkek arkadaşından önce ya da onunla birlikteyken tanıştığın insanlar, tek başına yapmayı sevdiğin birtakım şeyler yok mu?
Etek boyuna karışmayan adam, kendisi istediği gece istediği yerde fink atarken, senin de kendi arkadaşlarınla çıkıp içmene ne diyor peki? Bunu ne yapacağız?
Kızlar uyanalım bir zahmet. Bir adamın “beni aramadın, şu saatte neredeydin, telefonun niye kapalı, o kim, kiminle konuştun...” gibi saçmalamaları, sizi bundan ibaret görmesinden kaynaklanıyor. Yıl olmuş 2012, hala kalkıp da “seven kıskanır” triplerine girmeyin, rica ediyorum. Kıskanmak başka, bir insanın kişiselliğini belirlemeye kalkışmak başka şey.
“Ama benim sevgilim istediği gece istediği yere gitmez, benden izin alır” dediğinizi duyar gibiyim, işte ben de tam olarak bundan bahsediyorum... Sorun sizin “izin” diyor olmanızda zaten.
Tabii “open relationship” adıyla maruf enteresan bir model de yok değil. Herkes istediği gibi takılıyor filan, ilişki kamuya açık.
Aslında çok eşlilik, düşünüldüğü kadar “tu kaka” bir şey değil her zaman. Ama derin konular bunlar, şimdilik girmeyelim.
İnsan bir ilişkinin “standart paketinde” olduğu düşünülen şeyleri yapmama konforunu edindiği zaman, o ilişkinin sorumluluğundan da muaf olduğu hissine kapılıyor. Halbuki hepimiz insanız ve tüm kadınların regl dönemlerinde ellerinin tutulmasına ihtiyacı var.
Bu standart paketler çok geniş çaplı. Bir ilişkiye başlarken neredeyse vukuatlı nüfus kaydı, savcılıktan temiz kağıdı ve bir boy bir portre fotoğraf istemediğimiz kalıyor. İşte kadınların da erkeklerin de, ne yapacaklarını karşılıklı olarak bilemedikleri bir alan daha...
Bu konudaki karışıklık daha çok, klişelerden kaçınma takıntılı okumuş-yazmış çiftlerde görülüyor. Biz kadınların talepleri malum, sevgi sözcükleri, bizden bir talep gelmeden gösterilen şefkat, ufak sürprizler, ve saire... Bunun karşılığını ise, “kadınsal duyarlılığımızı” erkeğe yönelterek veriyoruz. Ama “hafif entele çalan” kadın milletinde, son derece hak vermekle birlikte ayarının tutturulamadığını düşündüğüm bir hal var: “Ben klişe değilim” tavrı. Tamam değilsin, sevgilinden sürekli hediyeler, sürprizler, kapına dayanmalar, ne bileyim, romantizmden yıkılan atraksiyonlar beklemiyor olabilirsin. Ki zaten erkekler de bayılmıyor günde on kere seni seviyorum demeye. Kendilerine bıraksak hiç demeyecekler zaten, bizim istemeyişimiz ancak onların ekmeğine yağ sürer.
Ama işte sorun şu, erkekler henüz bizim bu klişelerden sıyrılma sürecimizi algılayamadılar. Gerçi neyimizi algıladılar ki, siz de haklısınız... Biz “bana öyle kendi işini kendi yapamayacak, her işi sevgilisine gördürecek, aman tırnağım kırılır aman fönüm bozulur bahanesiyle hiçbir işe elini sürmeyen Barbi bebek özentisi muamelesi yapma” dedikçe, onlar bize iyice “bıyıklı kadın” muamelesi yapıyorlar. E ama olmaz ki öyle, ben hem gün içinde senin yaptığın her işi yapıyor, hem dayatılmış estetik algısına uymaya çalışıyor, hem senin hayatını da az biraz derleyip toplamaya kafa yoruyor, hem de içimdeki östrojeni sendeki testosteronla çarpıştırıyorsam, biraz ilgiyi hak etmiyor muyum? Bir tek seninle yattığım zaman mı kadınım ben? Çok yorulduğum ya da sancıdan öldüğüm bir akşam beni işyerimden almayı düşünemiyorsun da, kadın olduğum ancak “canının istediği zaman” mı aklına geliyor? Çok ayıp beyler. Biz sizi yormamak için olabildiğince kapris yapmamaya çalışıyoruz, siz ise bunun karşılığını vermek bir yana, farkında bile olmuyorsunuz.
Çok sevdiğim bir arkadaşımdan duymuştum, “Dünyada en zor şey iki yetişkinin bir arada kalmasıdır” demişti. İtirazı olan varsa sonsuza kadar sussun bence, zira her durumda haksız çıkar. Zira iki yetişkinin bir arada durması, asla sadece bundan ibaret değildir.
Diyelim ki 29 yaşındasınız ve 34 yaşında bir adamla tanıştınız. Her şey çok güzel gidiyor, feromonlar kendinden taştı, serotonin had safhada, içinizde kelebek sürüleri uçuşuyor... Buraya kadar ne kadar pembe, bu tablo. Fakat sizin 29 yıllık geleneğinizle onun 34 yıllık arkaplanı “çakışınca” ne olacak? Kim kendisinden ne kadar feragat edebilecek? “Efendim ben böyle biriyim, o yüzden senin de böyle biri olman lazım” – olmuyor işte öyle. Çünkü bunun karşılığı en iyi ihtimalle, “Tamam ben öyle olurum, ama o zaman sen de şu konuda şunu yapacaksın” olarak geliyor. Ki dediğim gibi, bu en iyi ihtimal. Bir de “Üzgünüm, bana uyacaksan sen uy” cevabı var, sık karşılaştığımız.
Ne oldu o feromonlara, o serotonine, kelebeklere? Gözlerin altı çöküverdi birden? İyiydik?
İşte iki yetişkinin bir arada kalması bu yüzden zor hanımlar beyler. Çünkü burada bir paradoks var; insan kendisinden vazgeçemez, vazgeçtiği takdirde de artık “kendisi” olmaz. Yani bu inat devam ettikçe, o ilişki hiçbir türlü yürümüyor. Ve maalesef, hayatımızda egomuzu şişirip kendimizi tek “değerlendirme ölçütü” olarak görmemize sebep olan çok fazla değişken var. Halbuki “ev” çok farklı bir bölge ve “sevgili” çok farklı bir insan. Ofiste aldığınız takdirler, kazandığınız davalar, spordaki başarılarınız, arkadaşlarınız arasındaki konumunuz, arabanızın markası, sahnede aldığınız alkış... Eviniz veya sevgilinizin yanı, bunlardan çok “arınmış,” çok “salt gözünüzün içindekine dair” bir yer.
Neden o gözlerde siz olmayasınız ki, neden sevgilinizin yanında “pür” halinizi yaşama konforunu kendinizden esirgiyorsunuz? Kendinizi, sevgilinizin “gördüğü” zaman o kadar sevmeyebileceğini düşünecek kadar mı sevmiyorsunuz?
Yapmayın bunu. Siz insan olmayı en saf, en “düz,” en karanlık yerleriyle sevin, gerisi gelir zaten.
bu işleri vaktiyle büyüten ama 30'umda evlenirken, karşımdaki özel insanın "olmazsa ölürüm" dediğim huy, anane ve alışkanlıklarımdan beni penpe penpe arındıran, ılımlı ılımlı kritikleri ile bakmışım ki sahiden 30'um ve gerçekten "olmazsa ölürüm"lerim ağzımda sakız, sırtımda bir kamburdan öteye geçmemiş. şimdi ise yorumlanıp, revize edildiler ve çağıma, bugünüme, gerçeklerime yakınlaştılar, uyum sağladılar. şimdi "onlar", eşim ve ben kardeşiz. sevgi ile, her şey sevgi ile mümkün.
YanıtlaSilYani demem o ki: umutsuz olacak, hiçbir şey ile kıyaslayıp ah-vah diyecek bir durum yok. sadece zamanı ve sahibi gelecek ve her şey olması gerektiği kadar kolay oluveecek :)
SilYaşlılardan öğrendiğimiz kadar gençlerden de öğreneceklerimiz var demek ki. Kürt, borsa, enerji, darbe vb gibi sorunlardan çok daha önemli bir konuda bu kadar usturuplu bir analiz için tebrik ve teşekkür. Elif'e, eşine ve çocuklarına da saadet, sağlık ve huzur dilerim.
YanıtlaSilasıl ben sizlere teşekkür ederim :)
YanıtlaSilama bu analizler hiçbir işe yaramıyor. elif'in de sözünü ettiği üzere, bir gün o "kamburun" farkında varıyor ya da varamıyorsun.
allah idrakımızı artırsın :)
çok sevgiler.