Fakat öte yandan, "nereden başlasam..." derken fark ediyorum ki, bunların hepsi özünde birer "tutarlılık" sorunu - yani benim en "takık" olduğum kavram. Zihnim şu an bir "şaşı bak şaşır" oyununun karşısındaymış gibi, baktığım sayfada bir şeyler belirmeye başlıyor sanki ama tam bilemiyorum.
"Poker suratlı" olmayı hiçbir zaman beceremedim. Hislerimi saklamayı beceremediğim gibi, olur olmaz şeyleri hissetmemeyi de öğrenemedim. "Hayatında kavgaya bile karışmamış biri olarak, bana böyle serkeş havalarla gelme" derseniz, birincisi, hayır serkeş havalarla gelmiyorum. İkincisi, zaten asıl sorun da bu. Hissetmek çok kolay, her an mümkün. Peki asıl mesele, ne olursa olsun hissinin peşinden gidip bunun sonuçlarına mı, yoksa "başlatma hissinden, otur adam gibi hayatını yoluna sok" diyerek bunun sonuçlarına mı katlanmak?
Allah muhafaza... |
Tabii ki yaptığın her seçimle gelen bir tutarlılık meselesi var. Bu belki sizin için o kadar önemli olmayabilir, ama ben kendi hayatımı tutarlı olmaya adamış durumdayım - hayır abartmıyorum. Bütün düşünme süreçlerim, hayatıma bir sebep-sonuç ilişkisi kondurmakla geçiyor. Yaptığım şeyin kendime açıklayabildiğim bir sebebini bulamazsam, kendimi deli bir boşlukta hissediyorum. Bu açıklamalar kişisel, başkasına değil, sadece kendime. Çünkü kendimi "anlıyorum," bu yönde bir sıkıntım yok ama başkasına anlatmakla uğraşamam. Çünkü kafalarımız mutlaka farklı çalışacaktır - işte bakın bir mantıklı açıklama daha.
Plan-program insanı değilim, başıma gelen her şey kendiliğinden gelişti. Ben "o an" mantıklı bulduğum şekilde davrandım, gerisi zaten çorap söküğü gibi geldi. Fakat tutarlılığa atfettiğim önem belki çok fazla, çünkü bunu barındırmayan hayatları "üzerinde doğru düzgün düşünülmemiş" buluyorum. Biri bana "sen şöyle diyorsun ama o zaman bu yaptığın nedir?" diyecek diye ödüm kopuyor, kimse sormadan ben kendi sorularımı kendim soruyorum. Sonra da böyle sessiz biri oluyorsunuz, akmayan kokmayan.
Buz gibi tutarsızlık. |
Kendimi herhangi bir şekilde tanımlarsam, o tanımın dışında kalanları yadsıyacakmışım gibi geliyor. Sonra bir gün, "hani sen böyle biri değildin, bak şimdi ne yapıyorsun?" denirse ne yapacağım?
İnsan olmak çok zor.
O kadar zor ki, doğru düzgün acı bile çekemiyorsun. Çünkü çektiğin acıyı oturup enine boyuna düşünmen lazım. Sebebini, kaynağını, nasıl geçeceğini ve nasıl tekrarlanmayacağını... İşte bunlar hep mesele. Ben hep düşünürüm.
Etrafımda o kadar çok mutsuz insan var ki. Mesela bir mutsuzluk şekli var, kendini bu mutsuzluktan kurtarmak için hiçbir şey yapamayacağına inanmış olmayı gerektiriyor. Bu inanç sebebiyle gerçekten de hiçbir şey yapmıyorsun, ama sonra hayata küfretmeye devam ediyorsun. İşte mesela ben bunu yapamam, çünkü aklımda yankılanacak olan şu diyalog beni rahat bırakmaz:
- Neden bu kadar salmış vaziyettesin?
YOLO, onu da harcamanın alemi yok. |
- Ama mutsuzsun?
- Evet çünkü çok boktan bir haldeyim, görmüyor musun?
- Görüyorum da, sen zaten tam da bu küfrettiğin dünyaya uyum sağlayamadığın için mutsuz değil misin?
- Tamam da ben son derece fiziksel bir zorluktan bahsediyorum: Bildiğin açım lan. Param yok.
- Olması için bir şey yaptın mı?
- Hayır, çünkü bu iğrenç dünyaya iş getirmek istemiyorum. Çünkü hem iş dünyası filan iğrenç şeyler bunlar, hem de ya yapamazsam?
- O zaman bu tamamen kişisel tercihindir, yani şikayet etme. Dünyanın sana sağlaması gerekirken sağlamadıkları konusunda haklısın, ama yaşayacağın başka bir yer yok. Mars'a iltica edemiyoruz. Hem hiçbir şey yapmayıp hem de ağlaşmak son derece tutarsız bir tavır, rica ederim akıllı ol aklımı al.
Yukarıdaki mutsuzluk, kendin dahil her şeyi yadsıdığın bir şekilde yaşananlardan. Hoşuna gitmiyor mu, reddet. Kendin dahil, evet.
Bir de, kendisini yücelten bambaşka bir mutsuzluk var. Bu iyice acayip. Mutsuzsun, çünkü sen -tüm sana dair olanlarla birlikte- o kadar eşsizsin ki, insanlar bu kıymetin değerini anlamıyor. Çünkü bizim insanlık olarak varoluş amacımız seni anlayıp değerinin hakkını vermek, evet.
Başlangıç iyi de, abartmasan iyiymiş. |
- Çok yalnızım. Aslında çok iyi bir insanım, dosdoğruyum, on numarayım, ama işte insanlar çok vefasız.
- Bişey dicem izninle, sen bu kadar eşsizsin madem, insanların seni bu kadar yalnız bırakması sana gerçekten hiç garip gelmiyor mu?
- Gelmiyor çünkü onların hepsi salak ve ölsünler bence.
- Başka sorum yok.
Gerçekten başka sorum yok. Bir de bu insan modelinde şöyle bir tutarsızlık da var; bunlar kendilerine dair her şeyi bir "beğenmekten ölme" tribinde olurlar tamam mı. Mesela bugün elli saat ailesini filan mı övüyor, üç gün sonra bakarsın, aaa, "böyle aile mi olur lan" moduna girmiş. Kendisinde hala kusur yok onu karıştırmayalım, sorun aile. Ama bir kere de demiyor ki, "ben 3 gün önce bu insanları yere göğe koyamıyordum, şimdi mi kötü olduk?"
Başka bir model, kafayı bir şeylerle bozmak. İş manyakları mesela, ya da hastalıklı titizler. Alışveriş yaratıkları. Televizyon bağımlıları ve daha niceleri.
E biliyoruz, daha neyin artisliği bu? |
- Aklımı işe verince rahatlıyorum.
- Ama o zaman algın diğer her şeye kapanmış oluyor, farkında değil misin?
- Algılanacak başka ne var ki?
- Bütün gün baktığın ekranın dışında akıp giden bir hayat olduğunu nasıl unutursun, üstelik sen hayatı sürekli aynı şekilde algıladıkça giderek daha da yalnızlaşıyorsun.
- İyi böyle. İnsan felakettir.
- İyi o zaman ne halin varsa gör.
Diyalogun başlangıcını, çalışmak yerine herhangi bir şeyle oluşturabiliriz. Yemek, iş, alışveriş, temizlik, ne olursa. Çünkü karakter aynı; yaptığın her ne ise ona "sapık gibi" bağlan, kendini bunun üzerinden tanımla ve herkesi o işi nasıl yaptığına göre değerlendir. Bu anlamda, kafayı "cv'siyle" bozmuş olan plaza kadını ile gelininin yaptığı kurabiyenin kıvamıyla bozmuş ev kaynanasının hiçbir farkı yok. Hiç ama. İkisi de takık, ikisi de manyak.
Özetle diyorum ki, insan olmak zaten zor, tutarlı olmaksa aslanın midesinde.
Mantık, lise 1'de hepimizin gördüğü p ise q, q ise p, zart ise zort'larla olmuyor. "Biraz" daha geniş bir şey aslında.
Öperim,
Göksun.
(Not: Sizi seviyorum o ayrı. Konudan bağımsız.)
Artık tutarlılığın psikolojik bir rahatsızlık düşünüyorum.
YanıtlaSil