27 Ekim 2013 Pazar

paradoksla uğraşmayı bre göksun, oyun mu sandın?

"insan hiçbir zaman inancını tam olarak yitirmez." diye karşılık verdi marki. "içinde hep bir kuşku kalır."
aşk ve öbür cinler, 2013 baskısı, sayfa 88.

son günlerde bir huy edindim, hissetmecilik oynuyorum. dinlediğim şarkının içine girip, nasıl bir sürecin sonunda ve hangi duygularla yazılmış olduğunu bulmaya çalışıyorum. uygun "kafayı" bulunca da direkt olarak oraya gidip onu yaşıyorum. mesela en son dün "biliyorsun bir zamanlar, seni ne çok seviyordum" şarkısını yaşadım. bunun için aldatılmış olmam gerekmiyordu; zaten gerekseydi empati diye bir kavram keşfedilmiş olmazdı. gerçi bu son dediğim empatinin keşif olduğu önkabulüne dayandığı için bozuk bir ifade oldu. ama şimdi buradaki bozukluğu izah etmeye halim yok.

benzer bir şey kitaplar için de sözkonusu. kitap dediğin de 3-5 dakikalık bir şey olmadığı için, okuduğum sürece o evrende yaşıyorum. bazen bir olayı düşünürken "iyi de o yaşanmış değil okunmuş bir şey" dediğim oluyor. seviyorum böyle biri olmayı, kendinize küçük küçük evrenler yaratıp bir süreliğine orada kalabiliyorsunuz. kaldı ki, yaşamadığı bir şeyi hissetmek bence muazzam bir süper güç. bu konuda tevazu sahibi olamayacağım.

bu kitapta, karakterlerden hangi biri olacağımı şaşırdım. okurken adeta çoklu kişilik yaşıyorum - bundan şikayetçi olduğum sanılmasın. yalnız bu karakterlerden bahsetmeyeceğim ve bu yazının kitapla hiçbir alakası olmayacak; sadece son oyunumdan bahsetmek istediğim için konuyu oradan başlattım.

yine de şu kadarını söyleyebilirim ki, sanırım en çok marki'ye bürünmüş haldeyim. henüz kitabı bitirmediğim için kesin konuşmayayım ama en çok onun içine girebildiğimi düşünüyorum. örneğin bu cümlesi beni çok ağır tavladı.

bunu hep düşünmüşümdür, biz neden kavramları "tersinden" almıyoruz hiç? geçen gün muhafazakarlık için söylemiştim hatta, neden hep "milli değer muhafazası" oluyor bunun konusu, kendi yaşam tarzımı ve gelişim sürecimi muhafaza etmek istiyor olamaz mıyım?

bildiğimiz tek şeyin hiçbir şey bilmediğimiz olması paradoksunu nasıl çözüyoruz?

eğer her şeyden şüphe ediyorsam, şüphe etmenin doğruluğundan neden etmeyeyim?

tam da bu yüzden, dünyayı düşünmek çok anlamsız - anlamsız olduğu için de son derece keyif verici - eğer benim gibi bir anlam arama bağımlısıysanız.

düşünsene, emin olabileceğin hiçbir şey yok ve sen bunun içinde bir yerlere tutunmaya çalışıyorsun. tutunduğunu sanıp kendini bıraktığında tekrar aşağı düştüğünde ise, kendini dünyaya saldırarak rahatlatmaya çalışıyorsun. fakat dünya böyle şeylerin kaygısını taşımaz ki. ona o anlamı sen yüklersin. dünya bir mühendislik harikasıdır, mekanik ve toplumsal. her şey kollektif olarak kurulur ama sen bu kollektivizmin içinde tek başına yaşar ve istatistiklerde "bir" olursun.

işte bu tekinsizlik içinde, seni bir yere tutunduran tek faktör o yere olan inancındır. öyle ki, sen "ben tutunmayacağım" diye bir ilke kararı aldığında dahi, aslında o ilkeye tutunmuş ve öyle yapacağına inanmış olursun.

yani bundan kaçamıyoruz. ama inanç meselesine ağır anlamlar yüklemek de çok uygun değil bence; burada varlığını yoluna adamak gibi bir maneviyat değil, somut bir ikna olma hali de sözkonusu olabilir. zira ikna olmak da inancın bir görünme şekli.

insan bunun üzerine yaşıyor bence. inancını kaybettiğinde dahi, tekrar inanmayacağına inanmış oluyorsun. bunun sonu yok.

peki bir şeye inanmayacağına inanmak, hayatı anlamsız kılar mı?

benim için hayır. yani şimdilik öyle düşünüyorum, umarım geçmez.

çünkü ben düşündüğüm şeyin teyidini alarak yaşayan biriyim. bu belki bir karakter zayıflığı olarak düşünülebilir fakat ben daha çok oyun gibi görüyorum. içeride zaten her zaman birden fazla kişi var; bunlar da sürekli çift kale maç halindeler. "bence bu iş böyle olur" deyip kendimi olayları doğal akışında izlemeye bırakıyorum, skor hanesi de sürekli güncelleniyor. kendi içinde eğlenceli bir hayatım var, bakmayın ağladığıma.

"dur bakalım..." diye izlemekte olduğum hangi iş nasıl sonuçlanacak bilmiyorum. kendimden alıntı yapacak olursam, "kendi hayatını dizi izler gibi izleyince, bir sonraki bölümü heyecanla bekliyorsun."

işte o yüzden, inanmasam da mutluyum ya, bu bana yetiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder