ya günlerdir kafamı tutamıyorum, oturup iki satır yazabilecek kadar dahi. her şey birer cümle olarak gelip geçiyor. siz bunu kelime anlamıyla aldınız ve doğruydu da, ama başıma gelenler de öyle hep.
bir yerde mi okumuştum, belgeselde mi izlemiştim artık her neyse, büyük kedilerin (aslan filan yani) rüyaları kesik kesik sahneler şeklinde olurmuş. işte benim kafam ve hayatım da öyle. her şey kesik kesik, devamı gelen tek şey iş stresi. bir atlatmadık şu seçim sürecini. işin fenası, tamam seçim süreç vesaire bunlar önemli şeyler tabii de, canımı en çok bizim başkanın keyifsizliği sıkıyor.
kahkaha atarken ağladım biraz önce ya la.
hayır bunun neresi acayip açıkçası onu da anlamış değilim. bu bana zaten hiçbir zaman acayip gelmedi, çünkü çocukken de böyleydim. fakat acayip gelmemesinin sebebini, saf bir şekilde, aynı anda iki şeyi birden düşününce iki farklı tepki vermenin çok mantıklı olması şeklinde açıklıyordum. bu kadar kolay ve mantıklı yani. ağlarken bir karikatür görüp gülebilirsin, bunda ne var ki? değil mi?
ama öyle değilmiş. yani evet öyleymiş, ama olay sadece o değilmiş.
meğer acı çekmek komik bir şeymiş.
kendinize bir yabancıymış gibi bakınca her şey çok komik gelmiyor mu? acı çekiyorsun lan, sanki dünya çok da matah bir şeymiş gibi. hayatında biri olunca her şey çok güzel olacakmış, evde hazır yemek bulacakmışsın, biri senin yorgunluğunu dert edecekmiş gibi. bunlar iki gün olursa üçüncü gün de olacakmış gibi.
bir şeyler özlemek çok saçma. sanki kavuşacakmışsın gibi.
o kadar mutlu olduğun hiçbir anın sonu gelmemiş gibi.
abi hayat çok komik, hepimiz bir coen filminin içinde yaşıyoruz.
acı çekmek ne ya ahahashahh çok salakça. ama çekiyorsun.
"ah allah'ım benden çok mu sevdin..."
allah'ın herhangi bir şeyi insandan daha çok sevmesi ne kadar mümkün olabilir? sevgi, ihtiyaçtan ve boşluktandır. tanrı'nın böyle bir hisse kapılması çok saçma değil mi? (insandan daha çok derken, insanı değil insanın sevdiğinden daha çok.)
ona bakarsan, tanrı'ya herhangi bir his atfetmek komple sıkıntılı oluyor. korkamayacağı kesin zaten, gerçi şeytan'la iddiaya girebilmiş bir tanrı'dan söz ediyoruz. iddia varsa ego vardır. ego varsa gerisi gelir zaten. merhamet desek? hep olduğu iddia edilen? ahah koskoca kainatla uğraşan bir merhameti nasıl anlamlandırabileceğimi bilmiyorum. okyanusta bir damla kadar bile değiliz, tanrı'nın merhametini istemek biraz abes değil mi? gerçi düşününce, belki öyle düşünmemizi istediği için böyle davranıyor olabilir. bilemiyorum bir gün tanrı olursam olay yerinden bildiririm.
bu arada aslında yeri filan gelmedi ama hazır tanrı demişken şeyapayım; bugün çok ergenekoncu gördüm kendisini. konu havva'dan açıldı, öğrendik ki tamam kadıncağız gerçekten de bir kemiktenmiş ama o kemik kimin belli değil. adem'in kaburgası meselesi diğer dinlerde geçen bir şeymiş. tamam aldık kabul ettik, derken benim aklım lilith'e gitti. ona bakındım biraz. sonra beynimde bir kısa devre oldu, lan dedim, bu lilith eşit yaratılmış bir kadın değil mi? ama bak isyancı oluyor, kocasını istemiyor ve hatta, bebek seri katilliğine bağlıyor meseleyi. bu hikaye sizce de çok "art niyetli" değil mi? tanrı "bak eşit yaratınca böyle oldu, ben de kemikten yürüyeyim dedim napalım..." demek istiyor gibi değil mi? abi ama olmaz bu ya, mitolojii bu şekilde oluşturmak tarifsiz bir kötü niyet ya. bir de feminist milleti sevmiyor mu bu lilith'i, hepsi gerizekalı.
lan bilinçaltımıza işlenmek istenene bakın alo! salak mısınız bacım afedersin!
bu tanrı meselesini geçen alper canıgüz'le konuştum - ama kendisinin bundan haberi yok. alper'in yani. zaten haber verebilecek olsam kendisine alper bey derdim zira tanışmıyoruz. ama benim birer olric olmasa da anlık hayali karakterlerim vardır hep, geçenlerde de alper geldi sağolsun. metrobüste beni elimde oğullar ve rencide ruhlar'la görmüş, yanıma oturdu. mecidiyeköy'e kadar lafladık. konu nasıl olduysa tanrı inancına geldi, inanıp inanmadığımı sordu. ben de klasik cevabımı verdim, inanıyorum çünkü bu bir meydan okuma ve ben meydan okumayı severim. nasıl yani dedi, inanmayı seviyorum işte dedim, anlamaya çalışmak hoşuma gidiyor. yani dedi, seninki bir şeyin gerçek olup olmadığını sorgulamaksızın kendi seçtiğin bir inanç mı dedi. evet dedim, zaten bir şeye inanmanın mantığı da bu değil mi? kendini iyi ve nispeten güvende hissetmek.
aslında sohbetin devamı, tanrı'ya iman etmek ve ona inanmak arasındaki fark üzerinden gelişti ama ben şimdi farklı bir yola gideceğim. çünkü tanrı'yı aradan çıkarıp salt "inanmak" olarak baktığında hayata, evet lan, tam da söylediğim gibi. mantığı, kendini iyi ve nispeten güvende hissetmek.
yani aslında matematiksel veya fiziksel bir gerçekliğe ihtiyacın yok, inanmak için. neden olsun ki?
işte bak, acı çekmek çok komik. kendini istediğin herhangi bir şeye inandırabilirsin, neden yalnız olmasaydın mutlu olacağın gibi bir inanca kapılıyorsun ki? çok saçma. işte hep bir yerlerden öğreniyoruz bunları.
dün yaşar güvenir'i keşfettim, bilmediğim için utandım kendimden. sonra özlem bana "çaresizim" şarkısını öğreterek aslında dimağıma yeni bir intihar modeli kazandırmış oldu. şu an şarkı loop'ta, muhtemelen onuncu dinleyişim filan - aha on bir başladı.
"of allah'ım benden çok mu sevdin"
işte her şey bununla başladı.
hayır, benden fazla sevmiş olmanın imkanı yok. gerçi kimden bahsediyorsam. böyle olunca insanlar benim belirli birine kafayı taktığımı düşünecek ki ben de öyle düşünürdüm başkası için. ama yok öyle değil. ben genel olarak, birini sevme fikrini seviyorum. böyle de hasta bir insanım yani. ama sevilmekte bir şey yok ki, biri seni seviyorsa zaten bunun için hiçbir şey yapmamış olman gerekir. normal, her zaman nasıl davranıyorsan öyle davranmış olmalısın. aksi takdirde sana yöneldiği düşünülen hissin aslında seninle alakası olmaz. yani birine iyi-kötü bir şey hissettirmek inanılmaz kolay bir şey, tabii gerçek bir hissin peşindeysen. olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol, bu kadar.
ama sevmek öyle değil. ha deyince olmuyor, olunca da bu artık her şeyin yoluna girdiği anlamına gelmiyor. işte bak, sevmek de bir meydan okuma, tam bana göre.
şarkı tekrar başladı.
evde rakı var aslında da ı ıh, yazarken içmek istemiyorum. bak mesela kıymalı semizotu ve makarna eşliğinde rakı içmek de komik bir şey.
yeter bu kadar acıktım ben.
adam nasıl sevmiş arkadaş, bu nasıl derin yaşanan bir acıdır yarabbim. "of allah'ım benden çok mu sevdin..."
mümkün değil.
Bayılıyorum bu adama. Nasıl bir anlatımdır, bu kadar eğlenceli karakterlere rastlamadım şimdiye dek.:)
YanıtlaSil