Şu an toparlamaya çalıştığım taslağın nüvesi, mutfaktan çay alırken çıktı. Birgül Abla, Burcu ve Erkan da vardı, artık ulusalcıların da mağdur olduğundan filan söz ediyorduk. "Daha birkaç sene önce cumhuriyet mitingleri filan vardı, şimdi cumhuriyetin bayramı bile yok" dedik. AKP'nin, o birkaç sene öncekinden bile daha çok "karşı taraf" edindiğinden ama iktidarının ısrarla güçlendiğinden bahsediyorduk.
Bunun hangi dünya görüşüne dayandığını lütfen bi söyler misiniz? |
"Atatürk'ü putlaştırıyorlar!" diyenler açıklasın. |
Son moda, malum, idam cezası. Ok-kadar "tribünlere" oynanan bir oyun ki bu, bu konuda yazması gereken köşecilerin ruh hallerini merak ediyorum. Malum, konu açlık grevlerinin ağırlığının zirvesindeyken ortaya atıldı ve şu an "yandaş medya" bunun üzerine düşmek zorunda. Peki nasıl oluyor; ustaları "efendi gibi kendiniz ölün, yoksa ben öldüreceğim" derken, birtakım okumuş insanlar bunu nasıl allayıp pulluyor? Bunun allanıp pullanacak yeri mi var?
Aynı tavrı, Roboski zamanında da görmüştük. Orada da, insanların kaçakçı olup olmadığı sorgulanmıştı. Enteresan olan ise, bu abes sorgulamanın okumuş tayfadan da destek bulması. Aklımın alacağı bir nokta değil. (Bu konuda koridorda'da çok yazdım, "uludere" etiketinde birçok yazı bulunabilir.)
Başkanlık sistemi de gelsin tamam, çünkü ABD'de de var. ABD'de eşcinsel evliliğin yasal olduğu yerler de var, ama biz burada onların oturduğu evleri mühürlüyoruz. Nasıl olacak?
İşte geçen gün bunları konuşurken birden şunu düşündüm... Hani Beyaz Türkler'in kendilerine yakıştırmadıkları mahalleler vardır ya, genelde küçük şehirlerden göç edenlerin yaşadığı. Yine somut verilerden gideceksek, üçüncü sayfa haberleri de gerçekten daha çok bu bölgelerden çıkar. Okuryazarlık oranı gerçekten de daha düşüktür, gece yürürken kendinizi gerçekten de güvende hissetmezsiniz. Bunun sebepleri bambaşka bir konu fakat benim diyeceğim şu; eğer kendimize "Türk" diyeceksek, zaten biz bir "millet" olarak göçmenlikle varolmuşuz, bunu neden düşünmüyoruz? Vaktiyle insanları kavimler halinde göçmeye iten sebeple, şimdi Ağrı'dan İstanbul'a getiren sebep farklı mı?
Bu sabah konuşuyorduk, Tarsus'un orta yerinde Romalılardan kalma bir kral yolu bulunmuş. Gören arkadaşım, "sanki dün yapılmış gibi, tiril tiril duruyor" diye anlattı. Türklerin böyle kalıntıları olamayacağını hepimiz biliyoruz, çünkü o aralarda biz kendimize çadır kuracak yer arıyorduk.
Buyur takip et. |
İşte bu noktada, Anadolu halkının, bir arada yaşama konusunu içselleştirme konusunda çok gerilerden geldiğini düşünüyorum. Hani hep denir ya, bu topraklar çok savaş gördü diye. İşte o savaşların hiçbiri, gözünün üstünde kaşın var diye olmadı, hepsi "burası artık benim ve sen ya bana tabi ol ya da direkt öl" diye oldu. Hangi bir aradalık? Etnik olarak ne olursak olalım hepimiz Anadolu insanıyız ve bu kültürel-siyasi çatışmalar hepimizin manevi mirasında var.
Halkın bir bütün olarak savaştığı belki de tek savaş Kurtuluş Savaşı idi, ama bakın, oradaki bir aradalığın ekmeğini bile daha savaş biter bitmez, Dersim'de tüketmişiz biz.
"Türk misafirperverliği" ve Batı'da bulunmayan komşuluk ilişkileri ise bambaşka yerlerde kalıyor. Biraz önce andık, Avcılar'da taşlananlar da buradaki halkın komşularıydı. Misafirperverliğin ise, birkaç gün sonra "al şunları giy istersen" aşamasına evrilmeyeceğini bilmiyoruz; zira bu misafir severlik meselesini beş yıldızlı otel reklamlarından başka bir yerde görüyor değilim. Ezcümle, biz komşuyu-misafiri severiz, ama "kendilerini sevdirmeleri" koşuluyla. Yoksa düşmanımız olurlar.
Diğer konulara gelirsek... Geçen gün doktora yapabilmek için Almanca öğrenmenin gerekmesinden söz ederken, sohbet arasında geçene göre, Almanya birliğini "özel hukuka" borçluymuş. Adamlar 19. yüzyılda kendilerini bir devlet haline getirme fikrini, ticaretin ve özel hukukun uyumlaştırılması ekseninde geliştirip uygulamışlar. Bizim ise, o dönemde lonca teşkilatımız bile kalmamıştı, hangi ticaret hangi hukuk? Alman'ın 1800'lerin ilk yarısında düşüne tartışa oluşturduğu kanunu, biz 1900'lerin tam ortasında, kopyala+yapıştır tekniğiyle uyguladık. Hangi hukuk birikimi?
Böyle bakınca basit görünüyor. |
Yalnız kadın ve insan hakları meselelerinde çok fazla boyut var, bu o boyutlardan sadece biri. Kadın, dünyanın hiçbir yerinde "erkek gibi" görülmüyor ve bunun elbette ki çok fazla sebebi var. Ben sadece bir bakış açısından söz etmiş olmak istedim. Örneğin, dini etkileri göz ardı ederek hiçbir konuyu tam olarak anlayamayız. Eğer her şeyi iklim ve coğrafyayla açıklayacaksak, Suudi'leri hiçbir yere koyamamamız gerekir. Çoraklık bakımından İskandinavya'dan esaslı bir farkları yok aslında, ama hani demokrasi?
Yine coğrafyaya dönersek, bizim mücadeleyi "televizyonları düğmeden kapatın" seviyesinde algıladığımız küresel ısınma olmasaydı, Arap Baharı'nı en azından bu dönemde görmeyebilirdik. (Bu konuda lütfen bakınız: http://yazmazsaolecek.blogspot.com/2012/06/07-derece-deyip-gecme-bak-neleri.html)
Yani diyorum ki, günümüz hukuku ve yaşama düzeninin tümüyle algılanması, çok boyutlu bir tarihsel analiz gerektirir. Aksi takdirde, temelinden kopuk çıkarımlar yaparız ve malum, "alışmamış yerlerde durmayan şeyler" oluyor.
Netice olarak, Tüfek, Mikrop ve Çelik'i okumam gerektiğine son derece ikna olmuş durumdayım. Ama okuma listem uzun bir süre daha, Tekinalp'lerden ve Süzek'lerden oluşacak. Tüfeklere de bilahare dokunuruz elbet.
Çok sevgiler,
Göksun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder