30 Nisan 2013 Salı

Dünya emekle dönüyor, bir tek işçiler farkında değil.

Çalışma ve emeğin ülkemizdeki algılanışı bana çok enteresan geliyor. Bir yandan çok değer veriliyor gibi görünüyorken öbür yandan, içini tam da o çok değer verenlerin boşalttığı kavramlar bunlar.

Türkiye'de işçi örgütlenmesi ve sendikacılık, aslında son derece zayıf. Bunun elbette ki mevzuatla çok ilgisi var, fakat bu sosyal yapı varken "sınırsız özgürlük" olsa ne kadar kullanılır, onu da bilemiyorum. Sendika üyeliğini halen, "ekmek yediği kaba tükürmek" olarak gören çok fazla işçi mevcut.

Örgütlü olanların içinde ise, örgütlenmeyi "bağcı dövmek" sananlar var. Halbuki amaç hakkının korunması ve iş barışının sağlanmasıdır; sendikayı "ayrıcalık" olarak görmek bu kavramın ruhuna ters.

Bunlar ayrı konular, ben şimdi başka bir şey söylemeye geldim.

Emek, yani bizim meydanlarda bağırarak koruma peşinde olduğumuz varoluş tezahürümüz, aslında akıl almaz bir iktisadi değer ifade ediyor. Adamlar korkudan bırakın Taksim'e gitmeyi, resmen sokağa çıkmayı yasakladılar. İşte bunun bir sebebi örgütlenmenin önünü kesmek, diğer sebebi de 1 Mayıs'la ilgili bir fikri olmayan insanı bu bayramdan iyice soğutmaktır.

Neyse, iktisadi değer diyorduk.

İnsanların emek konusunda bilinçlenmeleri için, emeğin nelere kadir olduğunun açıkça bilinmesi gerekiyor. Grev hükümlerinin esnemesi, insanların "hizmetsiz kalmayı" bilmesi, şirketlerin grev süresince ne kadar kazançtan mahrum kaldığının ifşa olması gibi şeyler lazım. Yarın kimse çalışmayınca, yani tek bir günlük emek verilmeyince, dünyanın nelerden mahrum kaldığını herkes bilmeli.

Türkiye'de bu bilincin oluşmamış olması gayet anlaşılır, çünkü bizde hiçbir zaman Sanayi Devrimi olmadı. Biz her şeyi ithal etmesi gereken ama parasızlıktan edemeyen bir halk iken, bizim alamadıklarımızı üretenler hep Avrupalılardı. Biz açlıktan ölürken "gâvurların" refah içinde olduğunu sandık ama onlar da çalışmaktan ölüyorlardı. Çalışma saatlerinin 12'ye filan inmesinin kutlandığı bir dünyadan bahsediyoruz.

Haliyle, adamlar "biliyor." Şu an bizdeki beyaz yakalılar kendilerini -kusura bakmayın ama- bir halt sanarken, dışarıdaki beyaz yakalı "işçi" olduğunu, işverenle bütünleşmek gibi bir şeyin olmadığını, sendika üyesi olmanın nimetini, toplu iş sözleşmesi yapmayı... biliyor.

Bizde ise, işverenin iki kere sırtına vurduğu işçi, sendika üyeliğini işverene ihanet olarak görüyor. Çünkü vatandaş kendi emeğinin değerinin farkında değil.

İşçiler ya da işsizler arasında, sorumluluk sahibi olmayan bir kesim de var. Bu insanları elbette ki "iş hukuku kazanımlarının olumsuz sonucu" olarak göremeyiz; sorun tamamen hak kullanmayı bilmemekten kaynaklanıyor. Ne yapalım, kendisi istifa eden işçi "beni patron çıkardı" deyip kıdem tazminatı talepli dava açıyor diye kıdem tazminatını mı kaldıralım? Olur mu öyle şey?

Bizde her şey tepeden indiği için, hiçbir şeyin düzgün yürümesini beklememek lazım. Yavaş yavaş, her şey bir gün özümsenecektir diye umuyorum. Fakat şu konu çok önemli; emek gerçekten yılda bir gün bir meydana çıkarak korunacak bir şey değil. Ki yarın sokakta olanların içinde, kendine emekçi deyip yanında ya da altında çalışanların hakkını yiyen bir sürü insan da olacaktır.

Bunu çok söylüyorum ama ne yapayım, o kadar zamana rağmen bir türlü hazmedemedim... İşçisini sigortasız çalıştırmanın peşinde olan iş hukuku avukatlarına memleket emanet edilen bir ülkedeyiz. Halimize şükür.

Emeğinizin değerini bilin. Yarın meydanda bağırdıktan sonra, ertesi gün ofisteki çaycıya çemkirmeyin veya genel müdürün önünde el pençe divan durmayın. Bunun için de, bir zahmet örgütlü oluverin. Ülkemizde meslek sendikacılığı yasak olduğu için ben örgütlenemiyorum, siz sendikanızda beni de temsil edin.

İçten saygılar,
Göksun.


*
2 Mayıs'ta bu konuyla ilgili bir mail yazdım, kaybolup gitsin istemiyorum. Yer yer tekrarlar var ama yine de burada dursun, bilahare kullanırım bunu ben:

...
İnsanlardaki bu "örgütlenmekten kaçınma refleksi" bence, hiçbir zaman hiçbir şey için örgütlenmesi gerekmemiş olmaktan kaynaklanıyor. (Umarım şimdi biri kalkıp da "Ama Kurtuluş Savaşı!!1!" demez. Farklı bir şeyden bahsediyoruz) Bizim altı üstü birkaç kuşak öncemiz, kendi başına bir çorap söküğünü dikemeyen insanlardan müteşekkil. Bunu küçümsemek için söylemiyorum, sanayi ve üretimin bulunmadığını ifade etmek istedim. (Ayh ulusalcı tepkilerden ne kadar yılmışsam demek ki, Allah esirgesin...)

Her şeyi dışarıdan alırken, "Oh ne güzel, dışarıda her şey var" demek kolay. Da, o mallar uzaydan gelmedi. İnsanlar günde 20 saat çalıştırıldıkları dönemlerden geçtiler. Buhar makinesi dediğimiz alet, evet dünyayı değiştirdi ama bu değişim, aleti getirip fabrikanın ortasına koyup seyrine bakarak olmadı. Bizim her şeyine muhtaç olduğumuz insanlar, günlük çalışma süresinin 12 saate inmesini bile söke söke, öle öle elde ettiler.

Bu temelsizliğin üzerine gelen '80 dönemi, sendikacılığı tamamen bitirdi elbette. Bence bulunduğumuz durum, geçmişe bakıldığında son derece normal. Normal olması onu sempatik yapıyor mu, tabii ki hayır.

Beyaz yakalılara gelince, işte onlar benim en tahammül edemediklerim. "Nerede boynu bükük bir beyaz yakalı görsen, hor görme kimbilir aklında hangi iş arkadaşının aldığı zam vardır." Dertleri bu. Neyse bu konuya girmek istemiyorum, sonra çok dalga geçiyorum, ayıp oluyor. (Ülkemizde bütün kızlar prenses, bütün erkekler aslan parçası olarak doğup yetiştirildiği için, tabii ki "varoşla dayanışacak" halleri yok. Ay tamam kapatıyorum konuyu.)

Peki sendikalar ne yapıyor? Ben sendikacılık tecrübesi olan biri değilim, fakat  gördüğüm kadarıyla bu iş, kimilerince "ayrıcalık" olarak görülebiliyor. Fakat ne münasebet? Senin örgütlü oluşun, toplu iş sözleşmesi sayesinde birtakım kazanımlar elde edişin, seni nasıl diğer işçiden daha özel kılabilir? Sendikalı olmayanı nasıl "öbür taraf" olarak görürsün, sen işçisin de "öbürü" dediğin neci?

Yani sorun şu ki, Türkiye'de sendika üyeliği sadece "mali hak" olarak görünüyor, dayanışmayı ve aslında örgütlenmeyi kimsenin iplediği yok. Elbette kendileri her şeyin en iyisine layıklar, ama yan masadaki ne hali varsa görsün.

Halbuki dün meydan savaşında ezilmek istenen, yaka renginden bağımsız, nötr haliyle, saf emekti.

Sevgiler,
Göksun.
-

2 yorum: