22 Ocak 2012 Pazar

Empati diyeni her gün dövmek!

Abi kim icat etti bunu allah aşkına, başımıza kim sardı bu belayı ya? Tanrı bizi tasarlarken, "hmm biraz da empati mi şeyetsek acaba..." diye nasıl düşündü, bu aklı ona kim verdi; yoksa bütün bunlar Şeytan'la girdikleri iddianın bizi harcamak pahasına kullanılan silahları mı? Of ama ya biraz insaf be Tanrı'm.

Hayır, "beni anlayın taam mı :(" ağlaması değil bu. Empati olayının insan beyninden ve tüm varlık tarihinden silinmesi ricası. Çünkü biz insanlar olarak, kusura bakmayın, bunun da bokunu çıkardık.

Kendini başkasının yerine koyup onun acısıyla ağlamak bir yetenek, evet. Bunu yapabilene aferin diyoruz.
Ama başkasının hissetmediği bir öfkeyi alıp onun yerine hissetmek, bu nedir? Amaç bağcıyı dövmekse ne ala, ama asıl üzüm yesek iyiydi.

"Lütfen kendini benim yerime koyar mısın, bu söylediğin çok kırıcı" - Haklısın, kırıldın ve bilinmesini istiyorsun. Tamam.
"Peki o zaman şuna ne diyorsun, sen de bana bunu yapmıştın?" - Cevap alalım? "Ya ama ben..." diye kalırsın öyle.

"Sen ne yaptığının farkında değilsin" - Evet değilim, yani bir şeylerin farkındayım da değilmiş gibi davranmak kolayıma gidiyor. Benim aslında ne yaptığımın farkında olabilmek çok aşkın bir empati becerisi, peki bunu neden yaptığımı görmek? Hadi gördün, yargılamak?

Kendime dönüp baktığımda ise şunu görüyorum, bugüne kadar "oha nasıl bu kadar empatik olabiliyorsun" lafını on milyon kere duymuş biri olarak, kendimi bu konuda hiç bu kadar "beceriksiz" hissetmemiştim.

Empati "lüks" bir alışkanlık. Kendine o kadar da dikkat etmeyebileceğin bir ruh hali gerektiriyor. "Ya brak şimdi beni, asıl sen nasılsın" diye başkasının yardımına koşabilecek bir rahatlık içinde olmalısın. Buna cevaben "ama hangimiz o kadar rahatız ki..." gibi üç noktalı konuşmayın. Çünkü aslında pek çok zaman kendimizi gerçekten mutsuz, ilgiye muhtaç, sevgiye aç ve "loser" hissediyorsak da, o hislerimizin kapristen öteye geçemediğini gerçekten "loser" olunca anlıyoruz.

Daha geçen gün Ahmet'le konuşurken masaya yumruk atıyordum, "Ben bu kadar anlayışlı olmak zorunda mıyım lan!" diye. Al işte, şimdi daha da anlayışlı olmak zorundayım, demek ki her şeyin "bir tık üstü" oluyormuş. O zaman hala barutum varmış ki masaya vurabiliyormuşum. Şimdi oturmuyorum bile.

Çünkü şöyle bir şey var; karşındaki insanı ancak "kendin üzerinden" anlayabiliyorsun.

İlk ihtimalde, ona "bir şeyler" yapmış olduğunun farkında bile olamıyorsun. Çünkü "o şey" sende tanımlı değil. Senden beklenen bir davranış modeli var ama o modelden sende yok. Haliyle, karşındakinde bir hayal kırıklığı, bir asabiyet, bir tavır... Sonra efendim "sen çok değiştin" - hayır değişmedim mnkym, malzeme bu. Seni ancak bende tanımlı olan kavramları kullanarak anlayabilir, anlayacağın dilde söyleyeyim, yeni donanımı ancak uygun programı listeden seçerek kullanabilirim. Listede yoksa bulup indirmem gerekir. Bana bu şansı vermelisin. Ben de sana vermeliyim.

Gerekli tanımlamalardan sonra birbirimizi hala "kullanamıyorsak" bunu o zaman konuşalım.

İkinci ihtimal, bir şeyler yaptın evet, ama bunun anlam ve önemini kavrayamıyorsun. Yani bu senin için, muhtemelen pek çok insan için "Tamam olmasa iyiydi ama neabalım" denecek bir şey, ama karşındakine göre özel bir anlamı var. Belki adamın travması var? Belki adam seni anlamıyor? Ya da aklı senden farklı çalışıyor? Sen bunu bilebilir misin, neden hala bana "anlayış" diyorsun?

Birbirimizi "içselleştirmemiz" öyle hemen olacak iş değil. Sen bana "anlayışını" göster, ben de sana göstereyim, baktık olmuyor, bunu o zaman konuşalım.

Üçüncüsü, "nasıl olsa beni anlar yeaa" saçmalığı. Neden abi, insanlar neden seni anlamak zorunda olsun? Gerçi böyle dediğime bakmayın, şu an kağıt üzerinde atıp tutuyorum. Ama mesela en yakın arkadaşım ya da sevgilim beni anlamasa sorun ederim bunu. Dediğimi yapın yaptığımı yapmayın yani.

İnsanlar birbirini "şıp diye" anlamak zorunda değil. Anlaması gereken bir şeyler olduğunun farkında olup buna saygı duymak zorunda. Birbirini dinlemek zorunda. Çünkü hepimiz insanız ve ben de senin kadar "hissediyorum."

Sen onunla aranızdaki tüm yakınlığı bir "konfor" olarak görüp "her durumda anlaşırız" diye o insanı ihmal ediyorsan, onun incinmişliğinin, sana ilişkin karanlığının vebali sendedir. Bu cümleyi kendime armağan ediyorum.

Daha uzatırım, ama kendimden sıkıldım. Bir de saat 12.30, çıkma vaktim yaklaşıyor.

Allahtan yazmak dışında işler de var hayatta. Olmasa ve ben hep yazsam, artık beni nerelerden ne hallerde toplarsınız bilemiyorum.

İyi pazarlar,
Göksun.

4 yorum:

  1. Sevgili kızım,
    "Kendime dönüp baktığımda ise şunu görüyorum, bugüne kadar "oha nasıl bu kadar empatik olabiliyorsun" lafını on milyon kere duymuş biri olarak, kendimi bu konuda hiç bu kadar "beceriksiz" hissetmemiştim." derken bile "Tanrı bizi tasarlarken, 'hmm biraz da empati mi şeyetsek acaba...' diye nasıl düşündü" deyip, empati kapsama alanını Tanrı'ya kadar genişletmişsin; ya bir de "becerikli" olsaydın, hafazanallah! :-)

    YanıtlaSil
  2. Sarkazm ihtimalini göz ardı etmeden; teşekkür ederim :))

    YanıtlaSil
  3. Gözü oldukça sorunlu birisi olarak bu fontu okumakta çok zorlanıyorum.

    YanıtlaSil
  4. uğurcum haklısın, ben de "acaba mı..." diyorum bazen. ama türkçe karakterlerin sorun olmadığı çok az font var.
    times new roman filan da istemiyorum, sans hadisesini sevmiyorum çünkü. geriye zaten ancak birkaç tane font kalıyor. onlar içinde de bana en uygunu bu gibi geldi.
    calibri severim, ama o da benim "dilekçe yazma" fontum. yani aslında ben bu font işini byaağı düşündüm :))) en son buna karar verdim.
    değiştitirim, yine böyle "komik" bir font bulursam.

    YanıtlaSil