5 Eylül 2013 Perşembe

hadi dışarı çık...

selam,

vaktiyle neler yazmışım da müsvedde olarak kalmış diye bakarken, gördüm ki "outdoor" konusuna bir giriş yapmışım. devamını getireyim dedim.

hayatımda spor yapmış insan değilim, kalkıp "outdoor sporlarla ilgileniyorum" diyebilecek durumda hiç değilim. kendisine kanyon yürüyüşü süsü verilmiş bir trekking'e katıldım, uludağ'a çıktım, en son geçenlerde harmanköy'de kaya tırmanışı yaptık, birkaç defa da boulderistanbul'a gittim. şimdilik bu kadar. ekim ayı başında ılgaz düşünüyoruz, sonrası da kış zaten.

bu iş gerçekten hoşuma gitti. kışın yapmayı en azından bu sene düşünmüyorum fakat seneye kadar ne olur, gözüm ne kadar kararır, malzemeyi ne kadar ayarlayabilirim bilemiyorum. "katiyen uğraşmam" noktasında değilim yani, yeterli motivasyon ve bütçeyle neden olmasın.

şimdi, ucundan dahi başlamamış olanlar için, bu işler nasıl işler diyerek bir anlatalım...

1. fiziksel uygunluk meselesi

hafiflik faydalı ama savrulmasak iyiydi.
benim her zaman "iyi de bu işler için fazla çelimsizim ben, olmaz yani, hatta beceremem" gibi endişelerim olmuştur. hala da var açıkçası, tam geçmedi. fakat faaliyetlerde görüyorum ki, "küçük ebatlılık" gerçekten çok işe yarayan bir şey. adımını yukarı atabiliyorsun, kolay çekilip tutuluyorsun, dengeyi bulmak da daha rahat oluyor filan. yalnız 49 kilo da olmamak lazım, kaya tırmanışı ve ip inişinde rüzgar çok savuruyor o zaman. inerken sırt çantasıyla indim, ı ıh, yine de sağlı sollu dağıldım iyice. arasını bulmak gerek.

denge, bir solak olarak benim için biraz daha "çalışma gerektiren" bir konu. ne alaka diyenlere hemen açıklayayım. dengeli basmak için, senden öncekilerin bıraktığı izi arıyorsun. ya da sağlam bir çıkıntı girinti filan. fakat, o güzelim adım izleri sağ ayak tarafından bırakılmış oluyor. yürüyüşlerde birkaç kere, "orası sağlam tamam da sağda kalıyor, ben şu an solu atacak noktadayım" diye düşündüm. ama sağı atınca da oluyormuş. kimi zaman adeta bir "balerin edasıyla" ilerledim, çapraz çapraz. komik görüntülerdi.

başlangıçta hızlı yol alamamak gayet normal, işte bunlar hep kondisyon. büyürsem geçecek kısmetse.

2. malzeme

of işte en içinden çıkılmaz nokta burası. sürekli alınıyor efendim durduramıyoruz.

ilk faaliyet sulusepken bir günübirlik yürüyüştü, o yüzden malzemeye birden yüklenmem gerekmedi. bir ayakkabıyla çıktım işin içinden. malzeme çok anladığım bir şey değildir, gittim atlas outdoor'a sordum. ama zaten benim ayak numaramdan tek bir tane olduğu için, o tek karrimor'u aldım. bu arada ayak numarası derken, aslında bir numara büyüğünüzü almanız gerekiyor. çünkü ayağınıza çorap diye geçireceğiniz şey, bildiğiniz yorgan parçası.

önemli olan ayakkabının kaymaz tabanlı olması ve kullandığı membran. "garotex"denen ama aslında "gortex" okunan şey, o membranın kendisi değil markası. yani başka marka bir ürün de kullanılmış olabilir, önemli olan ayakkabının su geçirmeyip buhar çıkarması. bunlar fiyat fiyat, ben henüz yeni başladığım için birkaç yüz liralık veya kış dağcılığına yönelik şeylere bakmadım. peşin 160 liraya bitirdim ayakkabı işini. gayetten de memnunum.

lakin bu işler tek ayakkabıyla olmuyor maalesef. tırmanışa da girecekseniz, onun ayakkabısı ayrı. "friction" denen bir şey geçiriliyor ayağa - fakat aslında frikşın diye bir kelime yok, bu tamamen bizimkilerin uydurması. dışarıda buna normal "climbing shoes" deniyormuş. neremizden uydurmuşsak demek ki.

en temel malzeme kırmızı oje tabiysi.
bu ayakkabı son derece rahatsız, asap bozucu, ayak ezici, acayip sinir bir şey. ayağınızın eğik durması gerekiyor çünkü. yani eğer o ayakkabıya annncak girebiliyorsanız, hiç endişelenmeyin, doğru yerdesiniz. sadece tırmanış anında giyileceği için istemezseniz almayın, boulder'da kiralayın ya da faaliyetlerde otlakçılık yapın. fakat ayak bu, her kaba girmez. ben aldım, millet marka, çok tavsiye edildi. bu işle uğraşan birkaç arkadaşta daha gördüm aynısını, demek ki iyi etmişim. o da peşin 160 lira, beşiktaş adrenalin'den.

kask çok hayati. belki faaliyet hayatınız boyunca hiç ihtiyacınız olmayacak, ama yine de çok hayati. düştüğünüz takdirde sizi felçten koruyacak başka bir şey yok çünkü. fakat bu kask piyasası çok şerefsiz. aletin öneminden dolayı, fiyatları bence fazla yüksek. çadır alabileceğin paraya kask alıyorsun. adamlar resmen korkuyu sömürüyor. gittik sömürüldük, ne yapalım... 150 lira da oraya gitti. camp marka, o da atlas'tan.

benim aldıklarım henüz bunlar, fakat mat, uyku tulumu, çadır, çanta ve baton da gerekiyor. çadır genelde kamptaki birilerinde fazladan oluyor fakat insanlara bağımlı kalmamak için mutlaka almak lazım. diğerlerini de şimdiye kadar ödünç hallettim ama ılgaz'dan önce onları da tedarik etmeliyim. henüz piyasasına hakim olmamakla birlikte, bu işleri decathlon'dan halletmek niyetindeyim.

aslında decathlon tavsiye edilen bir yer değil. malzemecilerin bim'i dedi bir arkadaş orası için, kimdi hatırlamıyorum. fakat benim seviyem için yeterli bence, ağrı'ya ve kışın gittiğim yok henüz. param yok ne yapayım allah allah.

bu malzemelerin kalitesi bir yana, ağırlığı ve boyutu da son derece önemli. çantada kapladığı yer ve taşımanın gerektirdiği enerji sizi ağlatmamalı. dediğim gibi, o işe henüz tam girmedim, girince söylerim.

bu arada, kampı sırtta taşıyacağınız süre aslında saatler filan değil. gözünüzde öyle canlandırmayın. kamp yerine kadar olan yürüyüşte çantanız ya araçla ya da hayvanla taşınıyor zaten. uygun yere gelince kampı kuruyorsunuz, zirveye küçük "zirve çantalarınızla" devam ediyorsunuz. yani aslında iki sırt çantası lazım, biri kamp diğeri zirve için. oldu mu sana birkaç yüz lira daha? onu da henüz almadım, alınca söylerim. ha bu arada, ben tabii daha önce ağır çanta filan da taşımadığım için, belden de çıtçıtlamanın bu kadar önemli olduğunu anlamamıştım. çok çok çok önemliymiş. alacağınız çantanın bel bağlantısına dikkat edin. sırt yükünüz inanılmaz azalıyor.

bağladım canımı halatın teline.
ip kemer vs. işlerine şimdilik girmeyeceğim, alışveriş listemde yoklar. sönmez hoca sağolsun eksik bırakmıyor o tür malzememizi. ama şu bir gerçek, canınız gerçekten bir ipe bağlanmış oluyor. elinizde halat değil, aslında hayatınızı tutuyorsunuz. o yüzden, özellikle tırmanış ve iniş malzemelerinin önemini tarife imkan yok. çünkü kötü malzemenin ya da başarısız atılan düğümün telafisi yok. ya hayattasın ya ölü. bu kadar.

kılık kıyafet olarak şimdilik bir şeye gerek duymadım. fakat çabuk kuruyan kıyafetlere ihtiyacınız var. eşofmanla gitmeyin. polarsız kalmayın. yaz günü demeyin, montsuz uzun kollusuz gezmeyin. dağlarda oluyorsunuz, plajda değil. ona göre gidin. bir de, pantolonun içine bir şey giymeniz gerekirse bu kilotlu çorap olmasın, çok dalga geçiyorlar.

3. yeme içme, ortam, olaylar olaylar

ahahaha ay bu konu çok alem. ya da bizim grup insan değil.

kazandere'ye anda'yla gitmiştik. henüz kimseyi tanımıyoruz, zaten faaliyet günübirlik, aklımıza karpuz kabuğu düşmüş değil. efendi gibi aldık sandviçlerimizi koyduk çantamıza, öyle gittik.

uludağ'da ise, yemek işi ulaş ve cumhur sağolsun bir kademe (!) daha ilerledi. kamp öncesi gittiğimiz markette artık neleri ne kadar aldıysak, sabahın 4.30'unda mıhlama yiyorduk. cumhur yaptı. önceki akşam da patlıcan salatası yemiştik mesela.

neyse işin geyik kısmı bir yana, zirve çantanızda bol bol snickers olmalı. kuru üzüm, kuru incir, bol bol su filan, bunlar önemli şeyler.

hahayt türk kahvesiz faaliyet mi olurmuş ayol.
harmanköy'e gelince, orası dağ faaliyeti olmadığından, allah ne verdiyse içildi. her birimiz meyhanede on ayyaş gücünde performans sergiledik. bunun outdoor'culukla bir ilgisi yok tabii, olay tamamen fatih'in azmettirmesi. ama bilin yani, ortam öyle bir ortam. madem şehirden ve mantıklı kaygılardan çıkıyoruz, tam çıkalım.

her şey pis, çünkü temizlenemiyorsun. her şey herkesin, çünkü zaten birer tane var. her şey ortak, çünkü yaptığın şey hep beraber hayatta kalmaya çalışmak. sizli bizli, seninli benimli, kayıtlı kuyutlu bir ortam yok yani. aynı insanlarla şehirde takılsan, bacağına değdiğinde bile pardon dersin. fakat dağda, aynı insanı kıçından tutup yukarı itiyorsun. çünkü gereken bu.

bir de, işin -her zamanki gibi- "varlığa yönelik" kısmına gelince, dağ başının verdiği his çok başka. ister arkadaşınızla gidin ister sevgilinizle, o kişi size manen destektir eyvallah, fakat düşmenizi o engelleyemez. dengenizi kaybettiğinizde yanınızda olacaktır, ama olmayabilir ve zaten dengenizi kaybetmemenizi sağlayamaz. bunu siz kendiniz yapacaksınız.

zaten hiçbir zaman yardımsız kalmıyorsunuz. düşecek ya da dayanamayacak gibi olduğunuzda, kıçınızda o eli hissediveriyorsunuz derhal. kazandere'de anda öndeydi ben tek başıma yürüdüm, ama tek bir an yardımsız kalmadım. uludağ'da artık "beni burada bırakın abi, öldürsen devam edemem artık" dediğim her an, murat geldi tuttu elimi. harmanköy'de "gerçekten devam edemeyeceğim, indir artık" diye yalvarırken, beni havada tutan kendi iradem değil ulya'ydı. ve becerdim.

kısacası, hem bir ağaç gibi tek ve hür, hem de bir orman gibi kardeşçesine yaşamanın nasıl olduğunu görmek için bile dağa gitmeye değer. gerçekten değer. "o şey" şehirde olmuyor çünkü.

4. tamam da neler yaptık oralarda?

kazandere, kanyon geçişi olacaktı ama başlangıç seviyesinde kaldı. kanyonun bir kısmını (muhtemelen ancak yarısını) suyun içinden yürüyüp, yolun kalan kısmında karadan devam ettik. kaç saatti hatırlamıyorum ama öyle sabaha karşı çıkıp eve gece dönmeli bir durum yok yani; dediğim gibi, sulu bir trekking olarak düşünülebilir. tek yapmanız gereken, yanınıza kuru yedek kıyafet almak. çünkü yer yer yüzmeniz gerekebiliyor, öyle bilek seviyesindeki suyla gitmiyorsunuz hep. içinize mayonuzu giyin, hatta mümkünse mayoyla yürüyün zaten. eğer kurunuz yanınızda olacaksa, fakat çantanız su geçiriyorsa, çantaya sıkı bir poşet içinde koyabilirsiniz.

yaş 5.
uludağ yoluna cumartesi sabah çıktık. öğleden sonra artık kampımızı kurmuştuk. gece biraz yürüyüş, biraz yemek, bolca geyik derken erken yattık. sabah 4'te kalkıp 5'te yürüyüşe başladık. 9.30'ta filan zirvedeydik. zirve defterimizi imzaladık her birimiz, fotoğraf goygoy filan derken inişe geçtik. akşam evlerimizdeydik.

temmuz sonunda gittik ama çok soğuktu. pantolonun içine mutlaka gir şeyler giyilmeli. polarla tişört arasında bir uzun kollu daha olmalı. uyku tulumu sıcak tutmalı. başa geçirecek bir şeyler mutlaka olmalı, buff gibi. baton lazım bu tür işlerde, eksikliğini gerçekten hissettim. bazen dayanacak bir şeye ihtiyacın oluyor ve kalakalıyorsun.

harmanköy'de öyle saatli maatli işimiz yoktu zaten, gündüz kayalarda takılmaya gece olunca ateşin başında içmeye gitmişiz. cuma gittik, öğleden sonra kampa yerleşip biraz kayada takıldık. cumartesi pazar da yine, o rotada tırman, bu rotada debelen, yukarı çık iple in, sonra tekrar çık tekrar in, falan filan. dönüşte harmankaya kanyonu'na da ucundan şöyle bir uğradık, üstümüz başımızla giriverdik o suyun içine, şahaneydi. artık mevsimi geçti ama seneye temmuzda filan çok gözüm var o kanyonda. gerçi kazandere de fena değilmiş, biz acemiyiz diye az bir kısmını yürümüşüz. o halde seneye önce kazandere'ye bir bakayım, harmankaya'yı boyumun ölçüsüne göre düşüneyim. hadi bakalım.

5. hoca ve rehber


bu kazandere. sulu trekking.
saydığım üç yere de sönmez hoca'yla gittim. sadece kazandere'de, rehber olarak başkası da vardı. sağolsun, basmadığımız yeri kalmadı adamın. kolunu bacağını yol yaptı resmen, başka türlü geçemezdim ben zaten.

hoca ise, sizin o hayata bağlanacağınız ipleri düğümleyen ve size hayatta kalma güvenini veren insan. çok net söyleyeyim, hocadan tedirgin oluyorsanız gitmeyin. hiç düşünmeyin bile. olmaz o iş. belki on numara insandır siz kuruntu yapıyorsunuzdur, ama olsun, yine de gitmeyin. o güvensizlikle olmaz çünkü, burnunuzdan gelir. insan hiç o riski alır mı ayol?
bu ise harmankaya. kanyon gibi kanyon.

mesela ben inişlerimden birinde gerçekten çok fazla korktum, beni sönmez hoca sakinleştirdi. önce emniyetimi halletti, hadi bak şurada güvendeyken bir kendini bırak, sonra hadi bir adım, hadi şimdi biraz gevşet, hoop bak havadasın... korkum geçince bu sefer ben kendim gittim yanına, "ben bir daha inmek istiyorum" diyerek. çok güzel çünkü.

*
söylemediğim bir şey kaldı mı bilmiyorum. başlamadan önce merak ettiklerim bunlardı ve haliyle, başladıktan sonra da ilk algıladıklarım bunlar oldu.

çok sevdim, eğlendim, keyiflendim ve mutlu oldum. bence siz de bir deneyin, tanısanız seversiniz.

öperim,
göksun.




1 yorum:

  1. Merhabalar;
    Blogunuzu yeni keşfettim ve hemen takibe aldım.
    45. takipçiniz benim.
    Bu arada birbirinden güzel hediyeleri olan 3 farklı çekilişim var, kaçırmayın derim, muhakkak beklerim :)
    Sevgiler
    http://whiteglaze.blogspot.com

    YanıtlaSil